6 Ay Sonra Görüşmek Üzere…
Saat 3:20 gibi Egemen ile Güleda beni evden aldılar ve sabahın ilk ışıklarında Esenboğa’da termosta getirdikleri çaydan içip çikolatalı kruvasanlardan yiyerek vedalaştık.
~
Sanırım biz çok kuralcıyız. Ben çok endişeliydim valizi hazırlarken, toparlarken. Fazla ağır mı olur? Sıkıntı olur mu? Aman elimde valiz olmasın, aman ağırlık çok geçmesin. Oysa hemen iki sıra önümdeki amcayla teyze öyle miydi? Yaklaşık 6 parçayı bagaja verdiler. Ellerindeki poşetleri saymıyorum bile. Ve tabiki tekerlekli pazar arabasını. Bagaja kabul etmediler, kabin içine alamayacağını söylediler. Sonra ne şekilde orta yol buldular bilmiyorum ama uçağa bindi. Demek ki uygun şekilde zorlayınca her şey mümkün.
Gerçi aklıma 2008’de Cihad-Volkan’la İsviçre dönüşümüz geldi. Orada bagaj işi biraz farklıydı. Önce kontuarda tartıp etiketliyorlardı. Sonra biz çantaları bagaja veriyorduk. Hal böyle olunca, uyanığız ya, ağır gelen eşyaları çantadan çıkartıp tarttırıp etiketledik. Ve sonra saf gibi tam kontuarın karşısında diğer ağır eşyaları çıkarıp çantaya bastık. O sırada kontuar görevlisi bir hışımla gelip çantalardaki etiketleri söktü ve işimiz bittikten sonra yeniden tarttırmamızı istedi. Tabi biz de eski haline geri götürdük. Uçağa binerken elimde 3 çanta vardı ki bir tanesini üçümüz de reddetmiştik boardingdeki görevlinin yanında. Ve en son”Bir daha olmasın!” uyarısıyla uçağa binebilmiştik.
Selçuk’un arkadaşı sayesinde bagajlarda problem olmadı. Daha da önemlisi benim için oldukça rahat bir yolculuk oldu. Acil çıkış kapısı, gerçekten hayat kurtarıyormuş onu anladım. Aktarmalı olarak uçacaktım. 3 saatlik Münich uçuşu, sonrasında 3 saatlik bir bekleme ve ardında Budapeşte uçuşu. Arkadaşı sağolsun her iki uçak için de acil çıkış kapısını ayarlamıştı bana ve check-inlerde yanıma kimseyi vermemişti. Özellikle Münih uçuşu çok rahat geçti; en azından konfor olarak. Zira kapının önünü tamamen açıktı, boydan boya uzanabiliyordum. Budapeşte uçuşunda ise sadece koltuk mesafesi bir parça daha genişti o kadar. Daha küçük bir uçakla gittik Budapeşte’ye.
Yolculuk güzel sayılabilirdi aslında. İki ufak detay dışında. Birincisi Münih uçuşundaki yemek. Nerede THY’nin o güzel menüleri, sandviçleri? Aslında bir vejeteryan için önümüze gelen menü de fena sayılmazdı. Lezzetli bile sayılabilir. Sıcak bir kutu içerisinde bir avuç kadar omlet, üçü adet patates dilimi, 1 sap brokoli ve 1 adet mantar. İlginç bir karışım. Yanında da meyve suyu, kahve, normal ve kepekli ekmek, tereyağı ve çilek reçeli. Yemeği yedikten sonra biraz uyurum diye umut ediyordum. Zira gece de uyumamıştım ve ciddi anlamda başım ağrıyordu. Es kaza yanımda oturan bayanla göz göze gelip selamlaştık. Ve sonraki iki saat boyunca sohbet ettik. İngiltere’de çalışan bir ekonomist. Konuşmayı oldukça seven biriydi. Ekonomiden zerre anlamam, ama bir şekilde 2 saat geçti gitti. Biraz ekonomiden, biraz eğitimden derken ülkeyi epey kurtardık. Neden sonra gözlerimin kapandığını farkedecek ki “Konuşmayı biraz severim, rahatsızlık verdim.” diyerek müsade etti bana. Ben de uyumak yerine bir bardak kahve ile kendime gelmeye çalıştım. Bir gecikme olmadan 3 saatlik bir yolculuktan sonra Münih’e indik.
Türkiye saati ile 8:50’de indik ve saatleri bir saat geri aldık ve böylelikle sonraki aktarma uçuşu için bana 3 saatlik bir zaman kaldı. Ehh 11:30 daki uçak için uzun bir vakit olunca biraz meşhur Duty Free’lerde dolaştım. Önceden nasıldı çok da bir fikrim yok ama şu an için söyleyebilirim ki hiç bir anlamı yok buraların; belki bir parça sigaralar uygun sayılabilir. Çikolatayı, parfümü tamamen geçiyorum. Öyle ki Türkiye’den daha ucuza bulabilmek mümkün. İçki fiyatları da çok cezbedici değil. Hiç koşturmacaya bir şeyler almaya çabalamaya gerek yok. Aynıları bizde de var.
Münich Havalimanı gerçekten çok büyük ve güzel. Burada Lufthansa’nın egemenliği mevcut. Sadece Lufthansa’ya ait olan bölüm bizim Trabzon’dakinin 2-3 katı kadar diyebilirim. Biraz free shopları dolaştıktan sonra üst kata, bekleme salonuna geçtim. Burada üç detay ilginç geldi bana.
Birincisi havalimanına girişte yapılan detaylı arama. Böyle bir şeyi de ilk defa görüyorum. Bizim havalimanlarına laf ederdim ama Münih’inki bizimkinden de beter çıktı. Tamamen soyunduktan sonra elle yapılan ince aramayı da geçtim de o fotoğraf makinası/kamera için örnek alıp test yaptırma, “Lütfen cihazları çalıştırır mısınız?”lar da nedir? Vardır bir hikmeti herhalde.
İkincisi Camel’ın koyduğu sigara odaları.
Yıllardır sözünü ettiğim şey işte. Tıkacaksın sigara içenleri içerisine. Kendi dumanlarında boğulsunlar; kusura bakmayın! Gerçi eminim ki içerisi dışarıdan daha konforludur. Zira tek bir duman görmedim içeride.
Bu sigaraseverler için. Ve son olarak diğer hizmet ise biz kahve/içecek severler için.
Havalimanının çeşitli yerlerinde bu standlardan var. Ücretsiz gazete ve self-servis içecek hizmeti. Çeşit çeşit çayından, çeşit çeşit kahvesine kadar istediğiniz her şeyi alabiliyorsunuz. Yolcular için bir nimet kesinlikle.
Ücretsiz gazete, 30 dakikalık ücretsiz internetten ve daha da önemlisi sınırsız çay/kahve…
2 saat kadar boyunca bir şeyler içerek, okuyarak, yazarak uçağı bekledik. Sonrasında ise 1 saat kadar da uçağın içinde bekledik. Hava koşullarından dolayı uçaklar rötar yapmışlardı. Sıraya girmiştik! Sıranın bize gelmesi 1 saatten fazla sürdü. Bizden önce sanırım 20 civarında uçak kalktı.
Aşağılarda yağmur/kar yağarken yukarılarda günlük güneşlik bir hava hakimdi. Ve evet hep böyle bir fotoğraf çekip paylaşmak istemişimdir. Ne var bu kanatlarda bilmiyorum ama.
Uçuş sorunsuz ve 1 saat gibi kısa sayılacak bir sürede tamamlandı ve Budapest Ferenc Liszt Uluslararası Havalimanı‘na indik. Bu uçuşun yemekleri (peynirli sandviç ve kahve) daha lezzetliydi kesinlikle.
Budapeşte’ye iner inmez de Türkiye’den bir şeyler karşıladı bizi. Buradaki yer hizmetlerini de Çelebi veriyormuş. Adamlar her yerde!
~
Valizleri aldıktan sonra geriye sadece eve ulaşma kısmı kalmıştı.
Uçaktan indikten sonra Anna’ya mesaj attım. İnmiştim, valizleri alacaktım ve nasıl gideceğimi keşfettikten sonra kendisine mesaj atacaktım. Nedendir bilmiyorum ama tuttuğum eve yakın oturuyor gibi bir his uyanmıştı içimde. Sonra evin kapısında, soğukta, 1 saat bekleyince hiç de yakın olmadığını anladım tabi.
Valizleri aldım. Az çok kafamda gidişi planlamıştım. Google Maps/Earth gerçekten çok büyük bir nimet. Evin içinden/dışından çekilmiş fotoğraflarla evin tam yerini bulabildim. Bizdekinina aksine Budapeşte’de çok daha detaylı fotoğraflar mevcut. Taksi veya shuttle buslara binmeyecektim. Otobüs ile Mavi Metro’ya ulaşacak, oradan da Metro ile Klinikak’a gidecektim. Sonrasında da eve yürüyecektim. Kağıt üzerinde ne kadar da kolay?!
İlk sorunsal para olayıydı. Evet ben de biliyorum havalimanında para bozdurulmaz diye yazanları. Bankamatik olduğunu söylemişlerdir para çekmek için. Ancak bir şey göremedim. Ehh kur ne kadar farkederki diyerekten 50 Euro bozdurdum. Normalde 1 Euro = 290 HUF civarında iken havalimanında 230 HUF’tan bozmuşlar. Cidden arada çok fark var. Aman diyeyim bozdurmayın. Bozduracaksanız da az bozdurun.
Cebimde HUF (Forint) havalimanında çıkıp otobüse doğru ilerledim. 200E numaralı otobüs beni metroya götürecekti. Hemen durağın yanında bir otomat vardı bilet almak için. Fakat sadece metal para ile çalışıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken birlikte uçakta olduğumuzu tahmin ettiğim bir kıza denk geldim. Önce ingilizce ve sonra Türkçe konuşarak biletleri nereden alabileceğimi öğrendim. Yeniden havalimanına dönüp iki adet bilet alıp çıktım. Birlikte otobüse binerken arkadan biri gelip eline iki tane günlük bilet tutuşturdu. Tabi bunlar nedir, ne işe yarar kullanmasını bilmediğimizden sadece aldık. Birini bana verdi, biri kendinde kaldı. Yolculuk esnasında biraz sağına soluna bakınca bilet olayını çözdüm. Otobüse binerken alıştığımız üzere bilet atma/kontrolü vs yoktu. Otobüsün içindeki bilet makinelerine biletimizi okutmamız gerekiyormuş; yapmadık! 🙂 Çocuğun verdiği biletler ise günlük biletmiş. Yani 24 saat boyunca tüm ulaşım araçlarına ücretsiz olark binebiliyormuşuz. Otobüsten metroya geçerken test ettik, faydasını gördük.
Mavi Metro (M3)’e bindik. O Macaristan’ın farklı bir yerine gitmek üzere Nepliget’te (Terminal’de) indi. Bense iki durak sonra Klinikak’ta indim.
Sözde caddelerin olduğu ekranı telefonda ayarlamıştım. Telefonu açtığım gibi harita karşıma gelecekti. Tabi bu noktada telefonu kapatma durumu hesap edememiştim. Hal böyle olunca ve ben bir yerlere cadde isimlerini yazmayınca Tömö utca ile Illes utca kavşağını bulmam biraz zor oldu. Yerel halkın da arası pek ingilizce ile iyi değildi. Allahtan cadde isimleri aklımdaydı da. Bir şekilde Tömö utca’yı buldum. Sonrası zaten kendiliğinden geldi. Caddenin sonuna kadar gittiğimde direkt Illes utca ile kesişiyordu. Ve binada tam bu kesişimin köşesindeki binaydı (ve evet adresi de vermiş oldum, beklerim. 23 numaralı bina!).
Köşeye gelince Anna’ya mesaj attım. Buraya gelmesi yaklaşık 1 saati bulacaktı. Bende ayak sürtüp olayı algılamaya ve biraz fotoğraf çekmeye çalıştım.
Evet bu bina benim bundan sonraki 6 ayımın geçeceği bina.
Budapeşte’ye hoş gelmiştim!