Hiç hesapta yokken sabah 10:00 sularında kendimi yolda buldum. Bir gün önce babam Yukarı Kavrun Yaylası‘na gitmekten bahsetmişti. Bundan bir önce ise Sercan, Mor Yayla fikriyle ortaya çıkmıştı. Bugün ise hepimiz aynı araba içinde Taşköprü Yaylası’na gitmek üzere Trabzon-Erzurum karayolunda yol almaktayız.
Babamla Sercan’ın bir araya her gelmesi bana -kimi zaman istekli kimi zaten isteksiz- yeni bir yolculuk olarak geri dönüyor. Çarşamba günü beni aradığında Sercan Mor Yayla fikrini ortaya attı. Daha doğrusu fikir babamındı; günübirlik gidip dönelim şeklinde. Geçen sene Mor Yayla’ya gitmiş, göllerde kamp kurup bir gece kalmıştık. Gerçekten güzel bir yer. Ancak günü birlik gidip dönülecek bir yer değil. Yolu oldukça uzun ve yorucu. Sonra plan Yukarı Kavrun’a döndü, anlaştık. Derken akşam erken saatte Trabzon’da olma zorunluluğum ortaya çıktığında benim açımdan gezi işi bitmişti. Ta ki sabah telefonum çalana kadar.
Yomra’dan beni arıyorlardı. Fikir değiştirmişler. Önce Taşköprü Yaylası‘na gidip orada bir şeyler yedikten sonra Santa Harabeleri üzerinden Araklı’ya inip dönecektik. Biraz mırın kırın etsem de aslında rota bana da güzel gelmişti.
Zira daha önce bir defa acı bir Santa Harabeleri gezim vardı. Koca harabeleri bulamadan yolu bitirmiştim. Belli ki bir yerlerde yanlış yere dönüp ana yolu kaçırmıştım. Çok direnmeden onlara uydum.
Gerek Taşköprü Yaylası’na gerekse de Santa Harabeleri’ne daha önceden gitmemiştim. Özellikle Santa’nın methini çok duymuştum. Bu vesileyle fotoğraf da çekerim diye umut ediyordum. Umut ediyordum, çünkü Karadeniz’de bir yere fotoğraf çekmek için giderken umutlu olmanız lazım. Havanın ne zaman size bir şeyler görmek için müsade edeceğini asla bilemezsiniz. Bizim durumumuzda bilinmezlik çok uzun sürmedi, kısa zaman içinde sisle kapanan havayla birlikte bir başka sefer için randevulaşmaktan başka bir şey elden gelmiyordu.
Rotanın bir diğer ilginç noktası da Esiroğlu’ndan sapmamız. Normalde ilk yola çıktığımızda Sümela Manastırı üzerinden Camiboğazı Yaylası > Taşköprü Yaylası üzerinden gitmekti. E bari buradan gidelim hem barajı da görürüz diyerekten Atasu Köyü sapağından içeriye girdik. Yaklaşık 1 ay kadar önce sac kavurma yemek için aynı yola girmiştik. Hüseyin’in 3-4 yıl önce sac kavurma yediği ve anlatıp da bitiremediği mekanı elbette bulamadık. Yanımıza sadece o kadar gittiğimiz ve acaba bundan sonra ne var diye uzun uzun baktığımız yol kalmıştı. İşte bu sefer o yolu da tamamladık. Gördük ki aslında bir yere de çıkmıyormuş.
İlk durağımız Taşköprü Yaylası idi. 1 hafta önce yayla şenlikleri yapılmış. Biz gittiğimizde gayet sessiz sakindi. Sabah bir şeyler atıştırıp çıkmıştık ve -her zamanki gibi- gayet açtık. Yaylaya göre lüks sayılabilecek bir mekanda Akgüller Turistik Tesisleri‘ne girdik. 2 kilo kadar et söyledik. Bundan önce de mideyi ısıtmak ve tadına bakmak için kuru fasulye. Fasulyesi çok da iyi olmamakla birlikte eti muazzamdı diyebilirim. Gayet yumuşak, kıvamında ve lezzetli. Yemekten sonra Camiboğazı üzerinden Gümüşhane’ye mi yoksa Santa Harabeleri üzerinden Araklı’ya mı diye çok düşünmeden bu seferki şansımızı Santa Harabelerinden yana kullandık. Taşköprü Yaylası’na adını veren taş köprünün yanında geçerek 7-8 km uzaklıktaki Santa Harabelerine gittik.
Kapalı hava ve sise rağmen en azından “Buradaydık işte.” diyebilmek için bir kaç fotoğraf çekip hafif hafif atıştıran yağmur altında Araklı’ya indik. Yol boyunca bir kaç yıl önce acaba ben nerede hata yaptım da yolu karıştırdım diye etrafa bakınıp durdum. İlginç olan ortada tek yol var ve yol direkt olarak Santa’ya gidiyor. Nasıl da olmuş da yoldan çıkmışım anlamak mümkün değil. Evet Santa’ya kadar doğru düzgün tabela yok. Ama yanda gürül gürül akan dere varken aslında tabelaya da ihtiyaç yok. Dere kenarından ayrılmadığınız sürece yol sizi -dört bir tarafta yapılan HES inşaatlarıyla birlikte- direkt olarak Santa Harabelerine çıkarıyor. Yolu biraz uzun. Sahilden başlayan 47 km’lik yolun yarısı asfalt diğer yarısı ise kötü sayılabilecek stabilize yol. Yine de bir gün zaman ayırıp gitmek, görmek, fotoğraflamak lazım.