Dün, hazır konu devrimden açılmışken ve devrim anıtlarını gezerken, Budapeşte’nin hemen dışında yer alan ve ilgili döneme ait 42 parçalık eserin sergilendiği Memento Park’ı gezmeye gittim. Uzunca bir aradan sonra ilk defa Budapeşte’de gökyüzü pırıl pırıl, masmavi idi. Ki ben bu satırları yazarken, şu an yine gri biz gökyüzü ve zaman zaman yağan yağmur bana eşlik ediyor.
Park şehrin dışında olunca “Metroya atlarım oradan tramvaya geçer iki dakikada orada olurum.” gibisinden bir plan işe yaramıyor. Ben de hazır fırsat bu fırsat, havalar da güzel, hem o kadar da para verdik diyerek “Ehh madem öyle o zaman bisikletle gideyim.” dedim. Bir şehir görmek, öğrenmek için mutlaka yürüyerek gezilmesine inanan biriyimdir. Yeraltından giden metrolardan uzak durulması lazım zaten. Evet otobüs ve tramvay vb. araçlarla şehir içinde gezerek görebilmek de mümkün. Ama yine de “öğrenebilmek” için yürümek lazım. Yürümek için zaman lazım. Zaman için… şeklinde bir kısır döngü de var tabi.
Neyse.
Öğleden sonra fotoğraf makinemi alarak bisikletle beraber yola çıktım. Elimdeki harita son köprü, Rákóczi hid, sonrasını göstermiyordu. Ben de evden çıkmadan önce telefonun harita uygulamasından genel bir görüntü ayarlayıp öyle bıraktım. En azından bulunduğum noktaya göre nerede olduğumu bilecek, geri kalanını doğaçlama yapacaktım.
Şuradan mı buradan mı derken kendimi şehirlerarası yolda bulmuştum. Bu yolların en kötü tarafı ise doğru düzgün çıkışlarının olmamasıdır. Bir girdiniz mi bir daha ya kısmet nereden çıkacaksınız kimbilir? Bisikletin avantajı da bu oluyor tabi; istediğiniz an sağa sola kaçabiliyorsunuz. Tabii benim durumumda bu mümkün olmamıştı. Zira sağ tarafım bir uçta bir uça demiryolu ile kaplıydı ve asıl olmam gereken yolu demiryolunun diğer tarafında görebiliyordum. Nereden döneceğim, nasıl yapacağım derken Nagytétényi tabelasını görünce rahat bir nefes aldım. İlk çıkıştan dönerek ana yoldan ayrılıp ara yola girdim.
Memento Park’ın olduğu yere çıkan iki ana cadde vardı. Biri Háros ut. diğeri ise Gádor ut. idi. Ben şansımı fazla zorlamadan, ilk rastladığım sokağa Háros utca’ya girdim ve girer girmez beni bekleyen yokuşla karşılaştım. Tamam bir şey dedim yok. Normal şartlarda yokuş çıkmak öngörülebilir bir şey. Ama benim durumum için tek vitesli bisiklet ile nasıl olacağını merak ediyordum ki korktuğum gibi de olmadı. Kabul edilebilir bir acıyla yukarıya kadar ulaştım.
[map w=”800″ h=”400″ style=”full” z=”14″ marker=”yes” infowindow=”Háros ut, Budapeşte, Macaristan” infowindowdefault=”no” maptype=”HYBRID” hidecontrols=”false” address=”Budapeşte, Háros utca, Macaristan”]
~
Asıl anlatmak istediğim şey de bu sokak ve sokağın her iki tarafında inci taneleri gibi sıralanmış birbirinden güzel, oturulası evler. Zaten daha sokağa dönmeden, hemen yol kenarında gördüğüm ev, neyle karşılaşacağım konusunda fikir veriyordu.
~
Burası, özellikle Amerikan filmlerinde adını sık duyduğumuz “Suburban” diyebileceğimiz, Budapeşte’nin banliyö bölgelerinden biri. Evlerin tamamı müstakil, bahçeli. En yüksek olanlar -tek tük- 3 katlı oluyor. Onlar da öyle kutu gibi üst üste yığılmış betonlara değil de gayet estetik tasarlanmış mimarilere sahipler.
İşin mimari tarafından çok anlayan, bir bakışta “Evet, bu Latin sanatına tepki olarak doğmuş, Rönesans devrinin başlatan, bilmem kaçıncı yüzyılda ait Gothik mimarisinde yapılmış. Bu da hmmm. Kesin Barok mimarisi. Şu işlemelere baksana?” diyemiyorum. Daha çok mal mal seyrediyorum. Lakin şunu diyebilirim. Bu evler öyle çok anlı şanlı bir mimari geçmişe sahip değiller. Gayet bildiğim, müstakil evler işte. Veya varsa bir adı sanı, söyleyin hepimiz bilelim.
~
Caddeyi görünce aklıma direkt Bilgen geldi zaten. Fotoğrafları da özellikle ona gösterip nispet yapmak için çektim. Kendisi sürekli bağırıp duruyor “Ben apartmanda yaşamak istemiyorum. Bir bahçem olsun ufak bir evim olsun. Bahçede tavuklar gıdaklasın.” diye. Gör işte Bilgen. İnsanlar nerelerde yaşıyor 🙂
Gerçekten de öyle ama. Bu bölge, gördüğüm kadarıyla, komple bu şekilde evlerle dolu. Sadece bu sokak üzerinde 100’den fazla ev vardı. Ara sokaklar, diğer caddelere değinmiyorum bile. Memento Park’ına ulaşmadan hemen önce tepeden bir göz atma fırsatım oldu. Yüzlerce “çatılı” ev. Hani Budapeşte’de yaşıyor/yaşayacak olsam mutlaka böyle bir yerde, böyle bir evde yaşamak isterim. Oldum olası şehir hayatının kaosunu sevmemişimdi. Gürültü patırtının eksik olmadığı şehrdin ortasındaki apartman dairelerinden çok hazzettiğim söylenemez.
Bu arada, şöyle kısa bir araştırma yaptım da. Bölgesine göre değişmekle beraber evlerin genel fiyatları da 40-50 milyon Forint (yaklaşık 300-350 bin TL) civarında imiş. Ucuz mu pahalı mı karar veremedim. Ama Türkiye’deki evlere, bu formattaki yaşam yerlerine bakıyorum da. Cebinizde 600-700 bin TL’niz yoksa en fazla kulübe alabiliyorsunuz.
~
~
Bunlar detaylı olarak görebildiğim, fotoğrafını çekebildiğim onlarca evden bir kaçı. Çoğu -tahmin edebileceiğiniz üzere- duvarlarla kapatılmış. Güzelim evleri ne diye bu duvarların arkasına da gizliyorlarsa?
Ve ayrıca bir taraftan yapımına devam edilen inşaatlar da vardı. Telefon ve internet adresi de var, ilgilenen olursa diye hani.
~
Bu arada tabii ki hepsi kusursuz da değil. Türk mimarisinden de örnekler görebilmek mümkün.
~
Aslında baktığımızda bunun bile belli bir estetiği var ya neyse artık.
Geçenlerde tam da bu konu ile ilgili olarak Türk-Macar Dostluk Derneği‘nin Facebook sayfasında Tosun Saral Bey‘in bir mesajını görmüştüm:
Şu Türkler ne güzel eserler inşa etmişler. Hayran oldum doğrusu. Anlamadığım bir şey var. Türkler bu güzel eserleri niye Budapeşte’de inşa etmişler de kendi anavatanlarında etmemişler.
~
Ne kadar da doğru söylemiş. Bakıyorsunuz Türklerine yaptıkları eserlere, her birinde ayrı bir zerafet var. Sonra kendi içimize dönüyoruz, günümüzde yapılan beton yığınlarına bakıyoruz; eee? Mesela geçenlerde Nilay Örnek Hanım Twitter’da bir fotoğraf paylamıştı. Geçmişten günümüze Türk mimarisini çok güzel özetleyen bir fotoğrafla sözlerimi bitireyim. Zira daha bir şey söylemeye gerek yok sanırım. Malum fotoğraf anlatıyor her şeyi.
ben apartman dairelerinde yaşamak istemiyorum….. bide dalga geçersiniz benle….offf offfffffffff
sil şunlarııııııııııııııııııı :((
Şöyle evlerde yaşamak vardı yahu..
Çok güzel.
Kesinlikle aynı fikirdeyim Dilek. Zira baktıkça insanın içi gidiyordu vallahi. En acı olanı da bunları gördükten sonra apartman dairesine geri dönmesi elbette.