Ilk filmimiz Guney Kore’den; Welcome to Dongmakgol adinda olaganustu bir gorsellige sahip, sicak mi sicak, keyifli mi keyifli bir film. Seyrettikten sonra insanin dort bir yanini Dongmakgol’da yasama arzusu kapliyor. Oradaki insanlardan biri olmak, orada bir omur gecirmek istiyor. Televizyon yok, elektrik yok, bilgisayariydi internetiydi de yok. Ama bunlarin yaninda tasa da yok, dert de yok. Savas nedir bilmeyen, tufege sopa, migferlere kabuk, el bombasina patates diyecek kadar saf koylulerin yasadigi bir koy, Dongmakgol. Kore’de savas devam ediyor. Guney-Kuzey Kore catismasini filmin basinda en acimasiz sekilde seyrediyoruz. Birbirlerine olan dusmanliklarini, acimasizliklarini. Derken 3 Guney Koreli askerle 2 Kuzey Koreli asker Dongmakgol koyunde karsilasiyorlar. Bir de aralarina Amerikali bir asker de karisinca hikayemiz de burada basliyor. En bastaki gercekci savas sahnelerinden sonra, bu karsilasmanin ardindan oldukca sicak, samimi, olaganustu bir gorsellige sahip film seyretmeye basliyoruz. Koylulerin safliklari ile askerlerin dusmanliklari, nefretleri arasindaki tezatliklar sonucu meydana gelen olaylar bol bol gulduruyor bizi. Sýklýkla gosterilen ve seyrine doyum olmayan o enfes manzaralar, o capcanli renkler bizi alip goturuyor zaten. Zaman zaman kullanilan masalsi gorsel anlatimlar, tum film boyunca bizi saran muzikler seyir keyfine keyif katiyor. Insanlarin birarada yasadiginda pekala dostca gecinebileceklerini, savasin anlamsizligi cok cok guzel bir sekilde anlatiyor bize yonetmen; sýkmadan, ders verme kaygisi tasimadan. Uzatmiyayim. Keyifli bir iki saat gecirmek isteyenler mutlaka gitsinler Dongmakgol’a. Sonra ayrilmak istemezseniz oradan karismam.
Ikinci filmimiz ise “Bu neng shuo de. mi mi” yani ingilizce soylersek “Secret”. Hong Kong/Tayvan ortak yapimi olaganustu bir film. Olaganustu derken abartmiyorum gercekten muthesem. Onumuzdeki 3-4 yil icerisinde Hollywood versiyonunun kesinlikle cekilecegine eminim. Jay cok basarili bir piyanist, ogrencidir. Okulun son yilinda kaydini babasinin ogretmenlik yaptigi okula aldirir. Burada kendisi gibi cok basarili olan bir diger piyanist ve ogrenci Rain ile tanisir, arkadas olurlar. Ilk yarida bu guzel arkadasligi, muthis piyano resitalleri esliginde seyrediyoruz. Derken ikinci yarida bambaska bir hal aliyor film. Gittikce lezzetlenen bir sekilde devam ediyor ve bitiyor. Soylemiyeyim oturup seyredin. Ozellikle piyano resitallerini dinlemeyi seviyorsaniz mutlaka ama mutlaka seyredin. Son zamanlarda seyrettigim en iyi filmlerden biri oldugu gibi dinledigim en iyi muziklere sahip filmlerden de biriydi. Filmin en basindaki fragmandan baslamak uzere en son bitimine kadar bir solukta seyrettim. Gecenlerde The Legend of 1900’u seyretmistim. Seyredenler bilir, gemide dogan bir cocugun yetenekli bir piyanist haline gelmesini ve gemideki hayatini anlatan Tim Roth’un olaganust bir performans sergiledigi muthis bir filmdir. Piyano duellosu kavramiyla ilk o filmde tanismistim. Oldukca keyifli, seyrine, dinlemesine doyum olmayan bir bolumdu. Secret’taki piyano duellosu ise ondan uc dort gomlek daha ustundu. Gerek muzikler olsun gerekse de kamera acilari, efektler olaganustuydu. Filmin yonetmeni, senaristi, basrol oyuncusu, muziklerini yapan Jay Chou gercekten olaganustu bir is cikarmis. Kendisi gercek hayatta da olaganustu bir piyanist ve baska filmlerinde muziklerini yapan biri. Ilk senaristlik ve yonetmenlik denemesi olan bunun yaninda da basrol oyuncusu olan Jay Chou gercekten ilerisi icin umut vadeden biri oldugunu ispatlamis. Neyse uzatmiyayim, abartmiyayim. Lakin acin seyredin. Eger ki piyano dinlemeyi seviyorsaniz begeneceksiniz. Sevmiyorsaniz bile begeneceksiniz cunku senaryo itibariyle de bence cok cok basarili olmustur. Sevmemin bir diger etkisi de sey olabilir. Filmde Frequency ve Lake House gibi filmlerden de hatirlatmalar gordum. O iki filmi de sevmis biri olarak onlari animasatmasi da ayrica begenimi kazanmistir.
Seyretmeyecekseniz bile ozellikle Secret’in soundtracklerini bulup bulusturup mutlaka dinleyin.