Budapeşte’ye gelmeden önce aklımda çok da netleşmemiş bir bisiklet alma niyeti vardı.
Kafada canlanması açısından benim için niyet etmenin ne demek olduğunu açıklayayım.
2008 yılının yazında 3 aylığına İsviçre’ye gitmiştik. En son, benimle aynı yaş grubundaki bir çok çocuk gibi ben de, küçükken BMX bisikletlerden sürmüştüm. Sonra zaman içinde büyüdükçe bir kaç bisiklet sahibi olsam da ne hiç biri BMX’in yaşattığı anıları yaşatmış ne de hatırlanacak bir anı bırakmıştır üzerimde. İsviçre öncesinde, bisiklet sürmeyeli herhalde bir 10 yıldan fazla zaman geçmişti. Ve pat diye 3 ay boyunda kıçımız o bisikletlerin selesinden inmedi.
Döndükten sonra niyetlenmiştim: Bisiklet alacağım. Evet 2008 yılının Eylül ayından beri ben bisiklet alacağım. Ha bugün ha yarın, dur kış geçsin, aa yaz da bitti derken kaldı. Bu sene kesin alıyorum, hele bir Mart gelsin bak istediğim gibi bir model de buldum alıyorum derken aylar ayları kovaladı, ben yürümeye devam ettim. Tam alacaktım ki –hı hı hep de tam alırdım ya– alternatif bir bisiklet buldum. Samet’in askere gitmesini fırsat bilip bisikletini aldım, dedim dursun ben sürerim; hı hı hep de sürerim ya. Adam askere gitti, 6 ay askerlik yaptı ve bu süre boyunca bisiklet bölümdeki odamda durdu. Ha bugün sürerim, havalar bi ısınsın, havalar bir soğusun derken çocuklar geldi aldı da kurtardılar beni vicdan azabından.
Evet. Dediğim gibi. Budapeşte’ye gelmeden önce bir bisiklet alma niyetim vardı.
~
Ve iki şey bu satın alma dürtümü tetikledi.
Birincisi şehir dümdüz denebilecek kadar düzdü ve küçüktü. Bir ucundan bir ucu 15-20 km’den fazla değildi. Geldiğimden beri şehri yürüyerek geziyordum ve çok uzakmış gibi gelen mesafeler cidden çok yakındı. Pekala şehir içi ulaşım amacıyla bisikleti kullanabilirdim. Tramvaydan da metrodan da daha hızlı ve esnek hareket edebilirdim. Ayrıca –belki kış olduğundan veya havalar hava soğuk olduğundandır– çok aşırı bir yaygınlık olmasa da hatırı sayılır derecede insan ulaşım için bisikleti tercih ediyordu. Trafikte yaya/bisikletli sorunsalı zaten çözülmüştü, onu düşünmeye gerek yoktu.
İkincisi ise şehri gezerken vitrinde rastladığım şu bisiket oldu: Gepida S3.
Hani bazı şeyler vardır ya. Gördüğünüz an ona sahip olmak istersiniz. İşte bu da o anlardan biriydi kesinlikle. Bayılmıştım. Özellikle renkleri -ve uyumu- beni benden almıştı. Zaten bisikleti görür görmez de aklıma İlyas Salman’ın meşhur Sarı Mercedes filmindeki Mercedes gelmişti.
Gepida’nın uygun fiyatlı, sabit vitesli Retro modeliydi. Deri selesi, pedal kayışları ve elcikleri çok güzel gözüküyordu. Tek kusuru vardı o da ben diyeyim 130000 Ft siz diyin yaklaşık 1000 TL’lik fiyatı. Kıçı kırık elektronik eşyalara veriyorduk bu paraları doğru ve farklı koşullar altında bir saniye bile düşünmezken mevcut koşullar altında sadece camdan salyalarımı akıtıp “Ben bir düşüneyim.” diyerekten oradan uzaklaştım. Ne zaman o sokak geçsem, mutlaka 2-3 dakikamı bisikleti seyretmeye harcıyordum.
Gel zaman git zaman, “Tamam lan alıyorum.“, “Ya alsam mı acaba.“, “Şu ay bir geçsin.” diye diye yine kısır döngüye girmiştim ki bir de göreyim veya göremeyeyim. Bisiklet vitrinde yoktu! Birisi ona sahip olmuştu!
Nispet yapmak mı diyeyim ne diyeyim bilmiyorum ama vitrinden ayrıldıktan ve “Ulan kaçırdık güzelim bisikleti. Halbuki adını bile koymuştum. Benim Sarı Mercedes’im olacak o!” diyerek oradan uzaklaştıktan yaklaşık 5 dakika sonra yanımdan bir kız geçti; benim bisikletimin üzerinde. Kız binmiş bisiklete, basıyor pedala, basıyor pedala! Ve uzaklaştı. Daha sonra aynı kızı, yine benim Sarı Mercedes’imin üzerinden bizim okuldan çıkarken gördüm. Elbet yakalarım ben onu okulda!
~
Macaristan’ın Decathlon’u da Hervis olsa gerek. Burada, büyük AVM’lerin neredeyse tamamında mağazaları var. Formatı da bizdeki Decathlonlar ile hemen hemen aynı. Aklınıza gelebilecek tüm spor dallarıyla ilgili spor malzemeleri satıyorlar. Güzel ürünler, güzel kampanyalar oluyor/olur diye ara ara mağazalarını gezerken birinde bu sefer Beyaz İnciyi gördüm. Bir Gepida S3 gibi değildi elbette. Aynı kalite mutlaka ki yoktu ama yine de görüntü olarak beni kendine hayran bırakmıştı. Ve daha da önemlisi indirimli fiyatıyla Gepida’nın yarısı fiyatındaydı. İşte bu alınabilirdi. Tüm koşulları sağlıyordu.
Satın alana kadar aradan yine 10 gün geçmişti.
~
Zira satın alma kısmı benim için kırk bilinmeyenli denklem gibiydi. Bisiklet almadan önce üzerinden geçmem gereken 3-4 farklı durum vardı:
- Ya ucuz, ikinci el bir bisiklet alacağım kendime. Şöyle 20-25 bin Ft (200 TL) civarında bir fiyata ve 5-6 ay kullanıp giderken de satacak veya burada bırakacaktım.
- Ya da parayı bastırıp kaliteli bir bisiklet alacak, burada kullandıktan sonra da giderken yanımda götürecektim.
Birinci durum için havaya atacak bir 200-250 TL, ikinci durumu seçmem halinde ise harcanacak 100bin Forint’i yani yaklaşık 1000 TL’yi gözden çıkarmam gerekiyordu.
Bir diğer mesele de bunu Türkiye’ye götürebilme faslıydı. Buradan Ankara’ya uçacak, oradan havalimanı-ev, ev-otogar ve oradan da otobüs ile Trabzon. Taşıma derdi bir tarafa buradan giderken bir de uçak masrafı çıkacaktı, buna şüphe yoktu.
Hadi yeni/iyi bir bisiklet alayım diye baktığımda bu sefer de öyle “Al beni!” diyen bir bisiklet de bulamadım. Pekala 1000 TL civarında bir para verince Türkiye’den çok daha iyi bir şey alabilmek mümkündü. Ayrıca diyorum ya içime sinmesi gerekiyordu. Eğer ki bunu Türkiye’ye götüreceksem, o kadar çile çekeceksem bir şekilde üzerindeki onlarca parçaya/özelliğe değil de bisikletin kendisine hayran kalmam gerekiyordu. Zira 30-40 bin Ft (300-350 TL) harcayıp buradan böyle üzerinde onlarca vitesi olan, hidrolik frenli, amortisörlü, alengirli bisikletler de alabilirdim. Veya pekala yine çok güzel/kullanışlı ve ekonomik şehir bisikletleri de vardı. Bunlar da güzeldi ama o kadar büyük ve hantaldılar ki götürmek çok büyük bir problem olacaktı.
~
Diyorum ya kırk bilinmeyenli denklem gibi bir sürü düşünce uçuştu kafamda ve sonunda kararım Leader “White Pearl” FreeFixe’den yana oldu.
~
Budapeşte’de bana vitesli -ne yol ne de dağ- bisiklet lazım değildi. Şehir pekala düzdü, hiç gereği yoktu. Amacım sadece ulaşımdı. Bisiklete öyle çok büyük anlamlar yüklemiyordum. Yani alırken “Bunu alayım uzun turlara çıkar, dağlara tırmanır, derelerden geçer, şehirleri aşarım.” tarzında –şimdilik– hedeflerim yoktu. Vakti zamanı gelince, zamanı gelirse, zamanı geldiğinde düşünürüm. Keza almadan önce düşünüyordum ki Trabzon’da da öyle aman yokuş çıkacağım bir yer yoktu. Hani olur da Trabzon’da da kullanırsam gideceğim yerler üç aşağı beş yukarı belli. Eh bir zahmet o kadar yokuşları da çıkabileyim. Hayır hiç olmadı iner elimle sürerim; keyif aldıktan sonra kasmaya hiç gerek yok. Onun dışında aman hadi gideyim biraz bisiklet süreyim dersem de pekala sahil şeridinde sabit vitesli bir bisiklet benim işimi hayli hayli görecektir.
Ve aslında hepsinden de önemlisi bisiklet görüntü itibariyle içime acayip sinmişti. Evet, şekilciyim. Çok uzun zaman önce teknik detaylara, sayılara takılmayı bırakmıştım kendime herhangi bir şey alırken. Zira içinize sinmedikten sonra o rakamların, özelliklerin hiç bir anlamı yok. Diyorum ya bu bisiklete verdiğimden de az bir para vererek o bilmem kaç vitesli ultra hidrolik hiper güçlü frenli bir şeyler de alabilmek mümkün. Ama gerek yok.
Basit.
Sade.
Arzulamak için yeter de artar bir sebepti bana göre.
Gerçi şu infografiğe göre, Fixie’ler pek de bana göre değil gibi görünüyor ya neyse.
~
Sanırım havalar da benim bisikleti almamı bekliyordu. Aldım eve geldim. Pek heyecanlıydım ertesi gün uzunca bir aradan sonra bisiklet sürecektim. Hayır sanırsın bana kalmış bisiklet sürmek; sabah bir kalktım ki gökten boşanırcasına yağmur yağıyor. Ben de alacağım bir kaç parça şeyi de almak için yeniden Hervis’e gidip aldım, akşam da bisiklete monte ettim.
Ve dün sabah! Gökyüzünde güneşi görünce fırsat bu fırsat, hani sonrasında sürmesem bile o kadar para verdik bari hevesimi alayım diye bisiklete binip Margitsziget’e gittim. Ben şehrin bir ucunda yaşıyorum ada da diğer ucunda. Eh bisikleti almaktaki amacım da etrafı dolaşmak değil miydi? Baktığımızda gideceğim en uzun mesafe de orasıydı. Pest tarafındaki evimden çıkıp adaya gidip, Buda tarafından dolaşıp geriye eve döndüm. Neredeyse bir tam tur, yaklaşık 20 km.
~
Hazır adaya kadar gitmişken iki de fotoğraf çekerim diye makinamı da yanıma aldım. Görmemişin malı misali, bisikletin fotoğraflarını çektim.
Bisiklete 72000 Forint (yaklaşık 550 TL) verdim. Bisikletin fotoğraflarını çekerken, bisikletin üzerine düşmesi sonucu netleme sistemini bozduğum Canon EF 50 mm f/1.8 II lens 250 TL. Duyulan pişmanlık, paha biçilemez!
Hani öyle çok da ahım şahım değil canım falan diyorum ama bisiklet Amerikan menşeili Leader Bike firmasının FF-1 FreeFixe modeli.
Sitelerinde çok aradım ama bisiklete doğrudan bir referans bulamadım. Zira adamlar genel olarak markasız kadro üretiyorlar ve parça satıyorlar. Kadro üzerindeki tüm yazılar vs. de sticker zaten. Ki kadro dışında da öyle aman aman kaliteli de bir malzeme yok bisiklet üzerinde. Sanırım Leader Bike’ın kadrosu ile orta halli toplama bir bisiklet yapmışlar. FreeFixe modeli ile giriş modeli sayılabilecek, uygun fiyatlı bir model yapmışlar.
Her ne kadar benim için bir anlam ifade etmiyor olsa da özellikleri şu şekilde:
- Leader Bike -28″ / 56 cm- Özel Çelik Kadro
- Sabit ön çatal
- Hani nasıl bir anlam ifade eder bilmiyorum ama yine de bilgisi bulunsun diye belirteyim. Ortadaki çarkta 44 diş, arkadaki çarkta ise 16 diş bulunuyor. Bir başka deyişle ayna kol 44T, arka kol? 16T.
- Joytech alüminyum ön ve arka göbek.
- Arka göbekte Joytech Flip-Flop Göbek kullanılmış. Yani arka göbeği dilerseniz sabit dilerseniz serbest şekilde kullanabiliyorsunuz.
Flip-Flop göbekte, dişliyi ne şekilde kullanmak istiyorsanız basit bir şekilde tekerin yönünü değiştirip ona göre ayarlayabiliyorsunuz.
Bir tarafı normal dişliler gibi çalışıyor. Siz pedal çevirdikçe tekerlekleri döndürüyorsunuz, pedal çevirmeyi bıraktığınızda ise tekerlek boşta dönmeye devam ediyor; normal bisikletler gibi: Free
Tekeri ters çevirip diğer tarafı kullanmaya başladığınızda ise zincirin kırmızı rengi aynı kalmakla birlikte işin rengi değişiyor. Diğer dişli göbeğe olduğu gibi sabitlenmiş vaziyette. Siz pedal çevirdikçe bisiklet hareket ediyor, pedal çevirmeyi bıraktığınız an ise bisiklet de duruyor. Yani hani ayy yoruldum bırakayım da bisiklet kendi kendine gitsin gibi bir durum yok: Fixe. Frensiz bisikletler de genelde bunlar oluyor işte. Zira frene teorik olarak gerek olmuyor. Pedal çevirme hızınız bisikletin hızını belirliyor. Tabi benim şimdilik bir taraflarım yemediğinden dolayı henüz o dişlinin kullanımına geç(e)medim.
- Jantlar alüminyum.
- 6063 T6 alüminyumdan üretilmiş jantları KENDA 700×23 C pek ince yarış lastikleri sarıyor.
- Ön ve arkada herhangi bir özelliği olmayan PROMAX’ın V fren sistemi mevcut. Aslında ön frenler niye var onu da anlayabilmiş değilim. Yakın bir zamanda sadeleştirmek/hafifletmek namına -en azından- ön frenlerden kurtulacağım gibi görünüyor.
- Alüminyum pedallerla da birlikte bisiklet yaklaşık 10,8 kg geliyorimis, uçağa binerken tartıda göreceğiz.
- Tahmin edebileceğiniz üzere cırtlak kırmızı rengi dışında zincirlerin de bir esprisi yok. Sadece sempatikler.
- Teknik resim kuralları gereği, yandan ve üstten görünüşüne ek olarak bu da önden görünüş.
- Aaa bir de selesi vardı tabi. Olması gerektiği gibi gayet rahatsız ve bir süre sonra kıçınıza acıdan başka bir şey sağlamayan Vader’in yarış selesi mevcut. Eve geldikten sonra kıçımdaki acıyı hatırladım. En son İsviçre’deyken bu acıyı 3 ay boyunca hissetmiştim.
- Sanırsın çok yol yapacağım, üzerinden hiç inmeyeceğim de paraya kıyıp bir de yol bilgisayarı aldım 20 TL verip.
- Bana yeter de artar: Maksimum hızı, ortalama hızı veriyor. Efendime söyleyeyim toplam sürüş süresini (o kadar akıllı ki abisi/ablası durduğunuzu da anlıyor o da duruyor) söylüyor, hızınızdaki artış/azalışı gösteriyor, anlık hızı zaten bir zahmet göstersin. Ayrıca saati de var! Ve tüm bunları şu janta takılan ufacık zımbırtının her sensöründen önünden geçişine bağlı olarak hesaplıyor; çok zeki.
- Ve son olarak da görmemiş gibi satın aldığım kilidi de paylaşmak istiyorum.
Sonuçta bunların hepsine para verdik, göstermezsem çatlarım! Aslında bir de pompa ve tamir kiti var ama seviyeyi de iyice yerin dibine sokmaya gerek yok.
Kask? Her şeye kıyıp para verip aldım ama kaska tek kuruş veresim yok. Sanırım kalın kafama çok güveniyorum ondan. Başka bir açıklama bulamadım ben.
~
Evet hepsi bu kadar.
~
Bindim, bir tur attım, fotoğraflarını çektim ve paylaştım. Tam bir tüketici olarak üzerime düşeni fazlasıyla yerine getirmiş oldum böylece. Artık bir sonraki hobime, yeni heveslere doğru yol gönül rahatlığıyla yol alabilirim.
Ama yola çıkmadan da kısa bir molayı hakettim bak. Daha önceden Margitsziget’te bulduğum ağacımdan bahsetmiştim. Yeni kaçış yerim orası. Bugün deli gibi bir soğuk ve rüzgar vardı. Dışarı çıktığımda farkettim ki iş işten geçmişti, geri dönmedim. Adada benden başka kimse yoktu. Rahat rahat yattım, bir şeyler atıştırdım. Bir sonraki sefer uyumak da istiyorum!