Ne yalan söyleyeyim pek duygulandım.
~
Zira çok da alışık değilim böyle vedalara. Genelde vedalarım sadece evde olur. Anneyle, babayla, Trabzon’daysa kardeşle sarılıp, “Hoşçakal, hoşçakal” şeklinde ayrılırız. Sevmem birileri peşimden terminale/havalimanına gelsin de uğurlasın. Zaten bu zamana kadar da gelen olmadı. Nasıl bir şey olduğun da bilmediğimden tabi, terminallerde o ayrılıklara hiç anlam veremezdim. Beklemeler, el sallamalar.
İnsan yaşayınca anlıyormuş. Kalanların neler hissettiğini az çok bilirdim. Şimdi de gidenlerin neler hissettiğini biliyorum. Gitmenin hüznü, geride bekleyenlerin olduğunu bilince azalıyormuş. İnsan, orada birilerini görünce mutlu oluyormuş. Zaten en güzel şey değil midir şu hayattaki ufak mutluluklar.
Tekrardan çok teşekkür ederim sevgili İnci A! Bilgen A! Selçuk K! Emrah A! Sinan K! Zeki Mert B! En kısa zamanda ben de sizleri buraya bekliyorum; önce karşılamak sonra da uğurlamak için.
~
Erasmus programıyla 6 aylığına Budapeşte’ye gitmek üzere yola çıkıyorum. Önce Ankara’ya gideceğim. Orada bir kaç gün kalıp Pazar günü de Budapeşte’ye. Vedam, her zamankinden farklı olunca, Trabzon’dan bu güzel insanlardan ayrılırken hissettiklerim de her zamankinden farklı oluyor tabi. Mutlaka ki bir şeyleri özleyeceğim. En azından bu özlemin sadece duygusal olması, fiziksel olarak bir özlem duymamak için son günleri gayet dolu dolu yiyerek geçirdim denilebilir.
Kapanışın açılışını Sinan’la havuz sonrası gecenin bi vakti Sürmene’deki kendine has tadıyla gönüllerde taht kuran İzzet-i İkram‘da yaptık. Önce güzel bir biberli haşlama yedik.
Ve sonrasında cila niyetine köfteyle geceyi sonlandırdık.
Hafta sonu için Hüseyin gelmişti Ağrı’dan. O’nunla birlikte de ertesi gün önce Serdar Hoca’nın yanına uğradık. Bir işi varmış. Odasında, geçen yazki Küçük Buzul Tırmanışı’nda zirveden aldığımız bayrağı gördüm. Güzel bir şekilde çerçevelettirip asmış duvarına.
Sonrasında ise Arsin’de Osman Abi’nin balıkçı damındaydık; güzel bir mangal partisi için. Zeki Abi, Murat, Süleyman abi ve Hüseyin. Ben yancı olarak katılmış olsam da olsun. En azından karnım doydu.
Sonraki gün ise bölümdeki son işlerimi de bitirip, odayı toparlayıp, kapısını bir daha -kısmetse- 6 ay sonra açmak üzere kapattım.
Aynı günün akşamında ise açlığımızı dindirmek ve son kebaplarımızı yemek üzere Selçuk, Emrah ve İnci ile Kebapçım‘a gittik.
Heybetli görünüyor doğru. Ama son yemek böyle olmamalıydı. Daha iyi, daha lezzetlileri kesinlikle var. Yemekten sonra Bilgen -ve kuzenleri- ile Elif’le buluşup Forum Trabzon’da bowling oynadık.
Gider ayak son vuruşu ise Emrah, Zeki Mert, Sinan, Cengizhan ve Kenan Abi ile birlikte Erbaş Fırını‘nda yaptık. Maalesef pideyi burada denemek için çok geç kalmışım. Muhteşemdi; tek kelimeyle ifade etmek gerekiyorsa.
Ve böylece yemek turumu eksiksiz bir şekilde tamamlamış oldum. En azından kısa vadede aklımda kalacak bir şey olmadı.
Sonrasında ise vakit yola koyulma vaktiydi.
Ankara’da iki gün kadar kaldım. Son eksiklerimi alıp, valizi son kez gözden geçirdim. Gitmeden önce son alışverişler için Kentpark’a uğramıştım. Ki alınacak bir kaç parça daha şeyler vardı aklımda. Bakalım ne kadarına ihtiyaç olacak/ne kadarı patlayacak? diye de merak ediyordum. Anna evde internet olduğunu lakin kablo ile bağlanmam gerekeceğini dilersem kablosuz router getirmemi söyleyince TeknoSA’dan bir tane router bulup aldım.
Son akşam ise, bu sefer kendimi de şaşırtarak :), daha önceden “Vallahi arayacağım bak.” sözlerimle kandırdığım Meral ile aradım. Cumartesi akşamı Meral ve Ayşenur’la birlikte son yemeğimi yedim. Onları yolcu ettikten sonra eve giderken Egemen’i aradım. Niyetim gayet basitti. Arayıp hoşçakal demek ve çatır çatır çatlamak için hava atmaktı!
Hayır bir de derler ki kötü düşünürsen kötü olur. Alakası yok. Egemen’i gayet kötülük yapmak için ararken sonucu iyi bir şeye bağlandı. Uçağım sabah 06:00’daydı. Eh yurtdışı uçuşu olunca en azından 1 saat önce havalimanında olmak gerekiyordu. Esenboğa Havalimanı’da şehire 1 saat uzakta desek. Benim de evden çıkmam ve bir şekilde ulaşım aracı bulmam falan derken bayağı ben evden gece 12-1 gibi çıkma planları yapıyordum. AŞTİ’ye mi geçeyim Ulus’a mı gideyim diye düşünürken adam hızır gibi yetişti. Meğer Egemen de Ankara’daymış. Daha ben havamı atamadan lafı ağzıma tıktı. Ailesi ve Güleda ile yemek yiyorlarmış, gece haberleşeceğiz ve beni havalimanına bırakacak. Bildiğin dört ayak üstüne düşmüştüm.
Eve gittim. Valizi toparladım. Selçuk bir dönem Esenboğa’da Çelebi’de çalışmıştı. Check-in’de de tanıdık birileri olacaktı. Ağırlık konusunda kafamda bazı soru işaretleri vardı. Bagaj konusunda Selçuk’tan aldığım güvenceden yola çıkarak ufak tefek orada ihtiyacım olacak ve bulmak için uğraşmayacağım deorant, diş fırçası/macunu gibi bir kaç şey daha aldım. Trabzon’da 22.9 kg olarak tarttığım çanta kontuarda 26.6 kg gelmişti. Normalde bir yere giderken yemelik bir şey taşımayı hiç sevmiyorum. Bu yüzden annemle çok kavga etmişliğimiz de vardır. Ancak o an ne olduysa çantaya Selçuk’un mutfağından iki paket çorba ile bir paket makarna attım ve valizi bir daha Budapeşte’de açılmak üzere kapattım.
Her şey hazırdı. Saat ilerlediği için uyumayı da göze alamadım. Zira sonra sarhoş gibi oluyordum. Gece 3 gibi Egemen’i aradım. Güleda ile birlikte geldiler ve havalimanına gittik. Ben yanıma çikolatalı kruvasan almıştım; onlar da bir termos çay getirmişler. Sabahın 4’ünde havalimanının önünde gider ayak onları da yiyip vedalaştık. İyiden iyiye bu vedalaşma işini sevmeye başladım.
Önce valizleri verdim ve sonra uçağa binmek üzere içeriye geçtim.
Ya kısmet bir daha 6 ay sonra yeniden aynı yerde görüşmek üzere…