Vize Başvurusu: Macaristan

Vize Başvurusu: Macaristan

Vize başvurusu içi hafta sonu Ankara’da idim. Ben bu kadar -gereksiz- heyecanlı/gerilimli bir başka yolculuk daha geçirdiğimi bilmem. Her şeyi rahat rahat yapabilme imkanım varken her seferinde son dakikalarda her şeye yetişebildim.

Önce özetler:

  • Trabzon’dan 20:00 otobüsü ile Ankara’ya gidecektim. Her şeyim hazır olmasına rağmen son dakikaya kadar sallandım. Evden koştur koştur “Acaba bir şey unuttum mu?” düşüncesiyle çıktım -ki unutmuşum. Otobüse bindim, hareket etti.
  • Ankara’ya sabah 7 gibi indim. Gün yeni ağarıyordu. Vize randevum saat 10’da idi. Nasıl olsa yetişir diye plan yaptım kafamda. Bir süre AŞTİ’de kitap okuyacak sonra Kızılay’a gidip kahve içecektim, oradan da konsolosluğa vaktinden önce gidecektim (nah!). Hala daha erken aslında diyerek Kızılay’a gitmek üzere 8:30’da ayrıldım terminalden. Kızılay’da bir kafe buldum, o kadar bekledim servis yapan çıkmadı. Sonra bir hışımla kalktım geç kalıyorum diye. Asıl bineceğim dolmuş gelmeyince başka bir yerde indirecek olan farklı bir dolmuşa bindim. Tam yönünü bilmeden ara yolda indiğim dolmuştan sonra sokakta bir yukarı bir aşağı gittim. Ve sonunda konsolosluğu buldum. Saat 09:58. Kapıdan içeri girdim; bana sıra geldi ki görevlinin demesine göre 2 kere beni çağırmış, sıradakine geçmeye hazırlanıyormuş .
  • Trabzon’a dönüş için 20:30’a bilet aldım. Öğleden sonra 3 gibi Selçuk’la evden çıktık. Bir şeyler yiyip biraz dolanıp eve geri dönüp AŞTİ’ye geçecektim. Otobüsün kalkmasına 5 saat vardı ve mesafe yakındı. Zaman var filme de girelim derken sinemadan 20:00’da çıktık. Koşarak/taksiyle eve geçtim, çantaları alıp AŞTİ’ye gittim. Saat 20:29. Muavin adımı bağırıp duruyordu.
  • Bir aksilik olmazsa sabah 7:30 gibi Trabzon’da olacağım ve 8:30’da sınavda olmam gerekiyor. Küçük bir şehir için 1 saat çok uzun bir zaman. Korkum, sınava geç kalmak.

Evet ne diyorduk. Çok hızlı hareketli oldu. Asıl amacım olan vize başvurusunu yaptım ve şu an geri dönüyorum.

Otobüs yolculuğu yapmayalı çok uzun zaman oldu diye sözlerime başlamaya hazırlanmıştım ki daha geçenlerde Ağrı’ya gittiğimizi hatırladım. Ama böylesini yapmamıştım desem yalan olmaz. Zaman içinde interaktif koltuk arkası ekranlara, internet bağlantılı otobüslere denk gelmiştim ama bu yeni nesil hizmet insanı gerçekten şaşırtıyor; en azından ben şaştım. Üst üste hem de.

Dağcılığa başladığım 2002 yılından beri yılda bir kaç defadan çok tırmanış veya eğitim amaçlı olmak üzere Türkiye’nin çeşitli yerlerine gidiyorduk ve her defasında da Metro Turizm’i kullanıyorduk. Fiyat/performans olarak –teorik olarak– en iyisi onlardı. Pratikte ise bir sürü sıkıntı dert vb. mevcuttu. Mesela bir dönem hiç sorunsuz, bağırtı çağırtı olmadan bir yolculuk tamamladığımı bilmem. Neden sonra otobüs yolculukları azaldı, Metro kötü denilip başka firmalar tercih edildi.

Ankara yolculuğu gündeme geldiğinde herkes hep bir ağızdan “Uçakla git!” diyip durdu. Acelem olsaydı olabilirdi ama zaman vardı. Ne zamandır fırsat bulup tamamlayamadığım bir kitabım ve içi okunacaklarla dolu yeni bir idefix kolim gelmişti. Yolda okumak üzere yanıma 3 kitap alıp Metro’nun methini çok duyduğum çift katlı otobüslerinin sefer yaptığı 20:00 otobüsünden yerimi ayırttım. Diğer otobüsleri az çok biliyordum ama bu otobüsten, konfor ve en önemlisi koltuk arası mesafesinden bir haberdim. Hele ki boyunuz biraz uzunsa bu mesafe çok can sıkıcı olabiliyor. İlk niyetim üst kat en önden bilet almaktı. Ancak olası bir diz mesafe darlığı için riske atacak çok şeyim vardı (ki kontrol ettim mesafe çok dar!). Alt kat masalı koltuklar da kağıt üzerinde çok cezbedici duruyordu ama benzer korkularım burası için de mevcuttu. Bu seferlik bildiğim yerden olsun diyerekten ön koltuktan yerimi aldım.

~

Ön koltuk, direkt olarak camdan etrafı seyretmek dışında farklı bir konfor sağlamıyor. Koltuk konforu diğer otobüslerle aynı olmakla birlikte işler servis başlayınca değişti. Burada konudan biraz uzaklaşıp otobüsten ve hizmetten bahsetmek istiyorum.

Otobüs yolculuklarında alışılagelmiş üç servis vardır. Yola çıkıldıktan biraz sonra başlayan ve bünyesinde şu soruları içeren “Çay? Kahve? Meyve Suyu?” ve “Top Kek?” ilk servis ve sonrasında molaların ardından “Su alır mısınız?” servisi. Diğer otobüslerinde de aynı mı bilmiyorum ama çift katlı otobüslerde Metro işi farklı bir boyuta taşımış. Kız ilk geldiğinde şunu sordu?

  • “Çay? Üçü bir arada? İkisi bir arada? Üçü bir arada cappucino? İkisi bir arada cappucino? Çorba? …” şeklinde devam ederken ben kaldım zaten. Şöyle bir önündeki tepsiye baktım da. Ne isterseniz var gibiydi. Biraz şaşkınlık biraz da “Ulan hangisinden içsem acaba?” düşünceleri sonrası bir cappucino aldım kendime. Bir sonraki soru ise beni bambaşka alemlere götürdü.
  • “Sandviç? Kraker? Top Kek? Ne alırdınız?” O an yüzümün aldığı ifadeyi de merak ediyorum açıkçası. Biliyorum, abartılacak şeyler değil elbette. Ama son yaptığım otobüs yolculuklarını ve host(es)lerin yaklaşımlarını/ikramlarını hatırlıyorum da. Epey yol katetmişler. Bir de kendime sanviç alıp karnımı doyurdum.

Molalardan sonra sadece su beklerken yine zengin menüden istediğinizi seçebiliyordunuz. Cappucino, çay, kahve. Görmemiş gibi ne varsa tükettim.

Asıl güzel olan kısmı ise sabah içtiğim çorba idi. Bence tüm otobüslerin her şey bir kenara sabah, gün ağarırken yolculara o çorbalardan ikram etmesi lazım. Gecenin sersemliğini ne çay ne de kahve doğru düzgün atamıyor. Ama o bir bardak çorba beni kesinlikle kendime getirdi.

~

Sabah 7:30 civarında AŞTİ’ye varmıştık. Saat 10:00’daki randevum için oldukça erken bir saati. Wi-Fi bağlantısı bulduğum gib noktaya geçip 8:30’a kadar zaman geçirdim ve konsolosluğa gitmeden önce bir kahve içmek için Kızılay’a gittim. Hemen dolmuşların kalkacağı yere yakın bir cafe bulup içeriye girdim. Bir kahve söyledim -iki farklı garsona- ve 30 dakika kadar bekledim. Ne bir gelen ne bir giden. Söylene söylene -biraz da geç kalacağım korkusuyla- kalktım ve dolmuşlara doğru gittim.

Sabah eve gitmemiştim ki geç kalmayayım randevuya. Ama onu da başarıyordum. Asıl bineceğim dolmuşlar sıranın çok arkasındaydı ve yetişmem mümkün değildi. Oradan birinin yönlendirmesiyle başka bir dolmuşa binip farklı bir cadde de indim. Ara sokaktan geçtim.

[map lat=”39.872557″ lon=”32.86611″ z=”16″ maptype=”HYBRID” address=”Kahire Caddesi (1. Cd.) No:30 Sancak Mh., 06105 Ankara, Türkiye” marker=”yes” infowindow=”Macaristan Büyükelçiliği Çankaya, Ankara”]

Aşağı mı yukarı mı gideceğim derken saat 9:58’de konsolosluğu bulmuştum. İçeriye girdim. Önümüdeki kız girdi, ve hızlıca çıktı. Sonradan görevliden öğrendim ki sırada o değil ben varmışım. İki kere beni çağırmış. Bilmiyor ki neler yaşadım?!

Belgeleri teslim ettim, biraz sohbet ettik.

Konsolosluk çok dertli; haklılarda.Macaristan Konsolosluğu‘nun web sayfasında Erasmus öğrencilerine yönelik olarak çok detaylı bilgilendirmeler mevcut. Üstelik yetinmemişler bir de başvuru formunun doldurulmuş bir örneğini internete koymuşlar. Ancak yine de bir sürü yanlışların, eksiklerin olduğundan söz ediyorlar. Haklı olarak da kızıyorlar. Maalesef okuma alışkanlığımız yok. Zaten yazma alışkanlığımız ortadan kalkalı çok oldu. Gelirken pür dikkat defalarca formun üzerinden geçtim, aman oldu mu olmadı mı diye kontrol ettim. Bir sürü kontrol listesi hazırladım aman eksik çıkmasın diye.

Vize Başvurusu

Ama içeriye bir baktım ki etrafta uhular, fotoğraf parçaları, vb. daha neler. Gelip formları orada doldurup, fotoğraf yapıştırmışlar. Enteresan. Ve işin diğer ilginç yanı da “Vay efendim konsolosluk çok zor vize veriyor, çok zorluyorlar, çok suratsızlar.” İnanın bana alakası yok. Gayet yardımsever, hoş sohbetler. Ama karşıdan bir şey beklemeden önce biz dönüp bir de kendimize bakalım.

Normalde 5 dakikalık bir iş olan başvuru işlemini biraz dertleşip sohbet ederek 20 dakikada tamamlayıp eve geçtim. Eve gitmek için genelde metroyu kullanıyorum Ankara’da. Beşevler’de inip oradan eve yürüyorum. Sokakta ilerlerken, daha önceden rastlamadığım bir sahafa rastladım. Elde çantayla zor da olsa bakmadan geçmeyeyim dedim. Şöyle biraz göz atıp, ucuza da bulunca, kendim için iki tane de albüm kitap kapıverdim. Bu gezinin da kısa gün karı bu kitaplar oldu. Özellikle The Earth From The Air gerçekten çok güzel bir kitap.

Kitaplar

Her Ankara’ya geldiğimde karşılaştığım manzara değişmemişti. Ağzına kadar bulaşık dolu bir mutfak. Örnek bir abi olarak bulaşıkları yıkadım, mutfağı temizledim. Ve sonra akşama kadar biraz uyudum. Daha sonra Selçuk’un aramasıyla evden çıkıp AnkaMall‘e gittik. Hobbit’i seyretmiştim ama Selçuk‘un da tavsiyesiyle bir de IMAX perdesinde 3 boyulu seyrettik.

IMAX

Ertesi gün dönüş günümdü. Öğleye kadar yatıp, evde bazı işleri hallettikten sonra Decathlon‘dan da bir şeyler alırım diyerekten bu sefer Kent Park‘ın yolunu tuttuk. Niyetim eşyalarla buraya gelmek, burada oyalanıp, bir şeyler yiyip buradan terminale geçmekti. Selçuk’un “Eve yakın burası, gider geliriz.” lafına kanıp eşyaları evde bıraktım. Biraz alışveriş yaptık. Daha bol zaman kalınca bir şeyler yiyeyilim ve hatta sinemaya gidelim dedik. Hazır Cem Yılmaz’ın yeni gösterisi/filmi CM101MMXI Fundamentals de vizyona girmişti. Ehh ne kadar uzun olabilirdi ki? Gidelim mi? Gidelim.

Yemeği, AVM’nin içinde Şiş House adında bir yerde yedik. Önden gelen mezeler gayet tatminkardı. Özellikle soslu papatesler harikaydı.

Şiş House - Meze

Lakin şişin kendisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Aslında lezzetliydi ama çok az/küçüktü porsiyon. Bir oturuşta 3-4 porsiyon yenmedikten sonra, kusura bakmayın ama, doymak zor.

Şiş House - Tavuk Şiş

Yemekten sonra ise filme gittik. Ben bilet alırken film süresini kontrol etmemiştim. Selçuk’un 140 dakika ona göre uyarısıyla bir irkildim. 17:00’da seans başlayacaktı. Teorik olarak 20:00’a yetişebilecektim. Saat 14:00’da başlayan seanstakiler biz beklerken hala içerideydiler. 3 saat olmuştu. O zaman bende bir heyecan başladı tabi. En kötü dedim ben arada çıkarım evden eşyaları alırım, sonra görüşürüz. Derken başladı ve ilk yarı 1 saat içinde sona erdi. Eh dedim o zaman çıkmaya gerek yok bitireyim. Normalde 10-15 dakika süren ara, 30+ dakika sürdü. Salondakiler bağırmasıyla yarım saatten sonra ikinci yarı başladı ve bitmek bilmedi. Bir kere içeride de kalmıştım. Artık otobüsü kaçırırsamın planlarını yapıyordum. Ki ertesi gün de yetişmem gereken bir sınav vardı.

İçim içimi yiye yiye 19:40 gibi film sona erdi. Koşa koşa bir taksiye atlayıp eve gittik; Allah’tan ev yakın. Evden eşyaları alıp yine taksiyle hızlıca AŞTİ’ye ulaştım. Tam kalkmak üzereyken, yine kıl payı, otobüsü yakaladım.

Geçen sefer masalı koltuklara bakmıştım ve çok rahat görünüyordu. Biletimi de buradan aldım. Cidden inanılmaz rahattı. Ayaklarınızı boydan boya uzatabiliyorsunuz; o derece. Otobüs yolculuğu yapanlara mutlaka bu otobüsleri ve kesinlikle masalı koltukları seçmesini şiddetle tavsiye ediyorum.

Koltuk Mesafesi

Bu arada son iki ufak not. Malum otobüs molalarının günümüz şartlarında vazgeçilmezlerinden biri de artık her yerde bulabileceğimiz telefon şarj cihazları. Etrafta artık ne uçlu Nokia’lardan çok kalmamış olsa da hala bu cihazlarda Nokia’nın üstünlüğü devam etmekte.

Şarj Uçları

İlginç olan nokta ise artık sadece telefon şarj cihazlarının olmaması. Artık otobüslerde kablosuz internet servisleri de başlayınca bilgisayar vb. cihazların kullanımı da belli ki artmış. Buna bağlı olarak da 220V priz içeren hızlı şarj kioskları da mola yerlerindeki yerlerini de almışlar.

220V Priz

1 Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir