Adım adım Viyana

 

Viyana öyle bir solukta anlatılacak bir şehir değil. Her bir binayı, her bir parkı, her bir heykeli ve hatta her bir sokağı anlatmak için sayfalarca yazmak gerekir mutlaka. Yazmadan önce de oturup soluklanmak, hissetmek, yaşamak gerekir oraları. Benim gibi koşturunca elinizde kalan yaşanmışlıktan daha çok çektiğiniz fotoğraflar olur. O yüzden ben de bu sefer bir şeyler anlatmaya çalışmadan sadece fotoğraflarla kısa bir Viyana turu hazırladım.

Bu, elimden geldiğince kısaltılmış hali. Bu yazı öncesi Viyana’ya dair yazdığım diğer yazılara da göz atmadan geçmeyin derim.

> Viyana’da Konaklama: Wombat’s Hostel: The Lounge

> Viyana’da Alternatif Ulaşım Aracı: Bisiklet

> Viyana’nın Graffiti Sanatçılarının Enfes Çalışmalarından Kesit

> Viyana’nın Parkları ve Bu Parkların Tadını Çıkaran İnsanları

~

Biri dürtmeden kolay kolay harekete geçemiyorum ben. O yüzdendir ki Budapeşte’ye geleli neredeyse 4 ay olmasına rağmen çok fazla Budapeşte dışına çıkabilmiş değildim. Sonra Yunus Emre geldi; dürttü beni. Önce günübirlik Bratislava gezisi yaptık. Ve şimdi sıra büyük oynamaya gelmişti.

Dönüş biletini Viyana’dan almıştı. “Birlikte gideriz, dolaşırız. Oradan da ben dönerim.” demişti. Böyle gizli bir teklife kim hayır diyebilirdi ki?

~

İlk başlarda otobüsle gideriz diye düşünüyordu(k). Lakin trenin güzelliğini keşfettikten sonra artık otobüse kim binmek ister ki? Biletlerimizi alıp yolculuktu.

Slovakya’yı geride bırakırken her yer düzleşmeye, yeşermeye başladı. Yeşilin rengi bile değişmişti. Uçsuz bucaksız düzlüklerin ortasında sadece rüzgar türbinleri tüm heybetleriyle yükseliyordu.

~

Yolculuğumuz tam 3 saat sürdü. 15:10’da bindiğimiz tren, söz verildiği gibi 18:10’da Viyana Batı Tren İstasyonu‘na varmıştı.
Tren istasyonunu da kapsayan bina gerçekten muazzam bir büyüklüğe ve gayet estetik bir tasarıma sahip. İstasyon ve alışveriş merkezi bir arada.

~

Viyana’da 2 gece kalacaktık. Konaklama için Wombat’s Hostel: The Lounge‘u seçmiştik. Her ikimizin de ilk hostel deneyimi olduğu için pek heyecanlıydık.

Hostele varır varmaz odaya çıkıp eşyaları bıraktık şöyle bir turlayalım döneriz diye dışarı çıktık. Şöyle bir turlama dediğimiz şey yaklaşık 5 saat sürdü ve 10 km yürüyüşle geçti.

Az bi dur, düşün!

MuseumsQuartier, müze severlerin bayılacağı ve eminim ki kendini kaybedeceği bir yer. Bünyesinde sanatın her çeşidiyle ilgili bir şeyler bulabileceğiniz 11 farklı bina/enstitü/müze mevcut. Ayrıca bahçesinde oturup dinlenmek, bir şeyler içmek için güzel kafeler de var.

Teknoloji/bilim müzeleri hariç çok fazla müzesever biri değilimdir. Burada beni, bahçesinde sağlı sollu konumlandırılmış iki müze etkiledi. Biri heybetiyle, diğeri de sadeliğiyle.

MuseumsQuartier‘in bahçesinde siyah kütlesiyle yükselen Mumok, Orta Avrupa’nın en büyük Modern Sanatlar Müzesi.
Bu da aynı bahçenin diğer köşesinde yer alan, Mumok’un aksine beyaz kütlesiyle dikkat çeken Leopold Müzesi.

~

MuseumsQuartier’i geçtikten sonra bizleri korkutan bir uyarıyla karşılaştık 🙂

Ancak gerçekler öyle değil tabii ki. Herkes pek sevecen, pek sıcak kanlı.

Keyif bu ablamızdaydı kesinlikle.
Şehir içi alternatif ulaşım aracı: Paten. Yoğun olarak kullanılan bir diğer ulaşım aracı ise bisikletlerdi. Şehirde oldukça yerleşmiş bir bisiklet ağı var.

~

Şehir sanatla içiçe olunca etkilerini sadece göz hizasında değil, kafanızı kaldırdığınızda dahi her yerde görebiliyorsunuz.

~

Hani bazı şeyler vardır. Görür görmez aşık olursunuz, üzerine hayaller kurarsınız. Bu binayı gördüğümde de ben aynı şeyleri hissettim. Niye bilmiyorum ama bir süre dalıp gittim, şurada yaşam nasıldır diye düşündüm.
Theophil Edvard Hansen tarafından tasarlanan ve şehrin tam göbeğinde sayılabilecek Avusturya Parlamento Binası.
Rathaus, Viyana’nın belediye binası diyebileceğimiz yapısı. Evet dünyada böyle belediye binaları da var.
Hava kararmaya başladığında bizde Viyana’nın en ünlü caddelerinden birine Graben‘e vardık ve bu ilginç kalabalık tarafından karşılandık
Cadde boyunca sıralanmış mağazalar, dünyanın en pahalı markalarına ait. Cebimizdeki üç kuruş parayla sadece vitrinlere bakabiliyoruz. Görüldüğü üzere seyredilecek enteresan vitrinler var.
Bu fotoğraf “Viyana gidince ne yapmak lazım?” sorusunun cevabıdır bence. Elinize içeceğinizi alıyorsunuz, hemen Graben ile Kohlmarkt’ın kesişimine gidiyorsunuz, arkanıza yaslanarak bu arkadaşı dinliyorsunuz. Klasik müzik, bu sokaklarda kulağa daha güzel geliyor kesinlikle.
Kulağınızın ilk pasını sildikten sonra ise soluğu Tarihi Opera Binası’nda alıyorsunuz. Binanın dışına kurulmuş olan ekranın karşısında kendinize bir yer bularak içerideki oyunu canlı olarak açık havada Viyanalılarla birlikte seyrediyorsunuz. Ve sonra gidip güzel bir uyku çekebilirsiniz.

~

Hostelde kahvaltı edebilmek mümkündü. Ama ne gereği var dört duvar arasında tıkılıp kalmaya. İkinci gün, sabah erkenden kendimizi dışarı attık. Yolda yürürken bulduğumuz bir kafeye girip kahve ve sandviçlerimizi aldık. Sandviçler değil de domatesli ve ıspanaklı börekimsi şeyler pek lezzetliydi.
Neubaugasse boyunca kurulan pazar tıklım tıklım doluydu. Aklınıza gelebilecek her şeyi bu açık hava pazarında bulabilmek mümkün. Bu tür pazarlar ve özellikle ikinci el pazarları tam bir cazibe merkezi gibi. İnsanın her şeyi alası geliyor.
Sokak müzisyenleri küçük yaştan yetişmeye başlıyor.
Evet yine o bina!
Ring Caddesi üzerinde yer alan Votiv Kilisesi.
Votiv Kilisesi, eski hanedanlık için İmparator I. Franz Joseph’e Macar Janos Libenyi tarafından yapılmış saldırıdan kurtulduğu için Tanrı’ya şükran amacı ile yapıldığından dolayı ünlü Stephan Katedrali’nden daha önemliymiş.
Vikipedi’ye göre kilise dünyadaki sayılı yeni gotik stilde yapılmış nadir kiliselerdenmiş. Benim tek söyleyebileceğim: “Evet gerçekten içerisi muazzamdı.

Kilisenin komşusu ise kentin en meşhur üniversitesi: Viyana Teknik Üniversitesi.
Stadtpark, Viyana’nın en büyük parklarından biri. Bünyesinde sadece irili ufaklı gölcükleri, yürüyüş/koşu yollarını, yatıp dinlemek için çimenleri değil aynı zamanda Johann Strauss‘un güzel bir heykelini barındırıyor.
Bu küçük kahve arabaları da şehrin her yerinde kahve krizlerinin çözümü oluyor.
Hochstrahlbrunnen, bünyesinde –ne olduğunu anlamadığımız– bir Sovyet Heykeli barındıran, şehrin en önemli parklarından/meydanlarından birisi.
Park, 1873 yılında Styrian Alpleri’nden Viyana’ya kadar uzanan ilk su kanallarının inşaasının tamamlanmasına ithafen yapılmış.
Sisi (nam-ı diyar Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth)’in yazlık evi: Belvedere Sarayı.
Kreynler artık şehir silüetlerinin bir parçası olmuş vaziyette. Şu ana kadar gittiğim tüm şehirlerin manzaralarının bir yerlerinde mutlaka bir kreyn yer almıştır.
Belvedere’nin devasa bahçesi.
Böyle detaylara bayılıyorum. Güzel bir çatı süslemesi olmuş misal.
Gayet heybetli bir isme sahip olan müze: Heeresgeschichtliches Museum
Heeresgeschichtliches Museum, Türkçe adıyla Arsenal Müzesi, 16. ve 20. yüzyıl ile ilgili savaş araç ve gereçlerini barındıran bir müze. Ayrıca müze, Avrupa’daki en büyük Osmanlı savaş malzemesi kolleksiyonuna da sahipmiş.
Müze içerisinde benim en çok ilgimi çeken –yanlış hatırlamıyorsam– 17. – 18. yy’a tarihlenmiş bu dağcılık malzemeleriydi. İpinden kazmasına, hediğinden kramponuna kadar eksiksiz bir set.
Stephansdom, gündüz görüntüsüyle beni çok büyük hayal kırıklığına uğratan bir yapı oldu. İlk gün, akşam görmüştük ve gri tonlarıyla beni benden almıştı. Aydınlatmasıyla birlikte müthiş bir görüntüsü vardı. Ben de sanıyordum ki katedral gri/siyah taşlardan yapılmış. Sabahki görüntüsüyle hayal kırıklığına uğrattı beni.
Eğer burayı ziyaret edecekseniz –ki Viyana’ya geldiyseniz mutlaka edersiniz-, akşam/gece gidin görmeye. Gerek içi gerekse de dışı kesinlikle daha etkileyici görünüyor.
Katedralin civarında yoğun bir koku olduğunu farkedeceksinizdir. Kokunun kaynağı katedralin arkasında. Atlar, afedersiniz ama, işiyor-sıçıyor sokağa ve inanılmaz bir koku yayıyorlar. Bu atlar, şehri gezmek isterseniz size fayton olarak hizmet vermek için orada olduklarından tabii ki şikayet etme gibi bir hakkınız da olmuyor.
Stephensdom yani Aziz Stephan Katedrali 1365 yılında inşa edilmiş ve günümüzde Viyana’nın simgelerinden biri olmuş vaziyette.
Ve geceyi yine Graben’in köşesindeki yerimizde klasik müzik dinletisi ile sonlandırıyoruz.
Burası Mariahilfer Caddesi. Evet giderken sokağın ortasında bir kalabalık ve pedal çeviren insanlar gördüm. Güzel bir etkinlik gerçekleştiriyorlar. Bisikletler güç kaynaklarına bağlı. Projeksiyonun, bilgisayarın ve ses sisteminin gücü çevrilen pedallardan geliyor. Üretilen elektrikle caddede yerlerini almış olan kalabalık film seyrediyor.
Bu arada Mariahilfer Straße demişken yerdeki el/ayak izleri ve imzalardan da bahsetmeden geçmemek gerekir.

Hostel’den sabah 10 gibi çıkmış, geriye akşam 10 gibi dönmüştük. Gün içinde, 12 saatte 17 km yol yürümüştük.

~

Ve Viyana’daki son günümüz.

Yunus’la bir şeyler içip kahvaltı yaptık ve öğle vakti ayrıldık. O Trabzon’a dönmek üzere havalimanına gitti. Ben de Budapeşte’ye dönmek üzere trene binmeden şehirde son bir tur attım.

Goethe! Johann Wolfgang von Goethe.
Ring Tram‘lar Viyana şehrini gezebilmenin en keyifli yöntemlerinden birisi.
Uzunca bir aradan sonra bizden bir marka görmek heyecanlandırdı beni. Vakıfbank taa buralara kadar gelmiş.
Kabul edelim. Hayatımızın bir döneminde hangimiz karıştırmadı ki Avusturya mı Avustralya mı? diye.
Sadece ana yollar değil, ara sokaklar da sürprizlerle, güzelliklerle dolu.
Prater, bünyesinde yaklaşık 65 metre yüksekliğe sahip Wiener Riesenrad‘i barındırıyor. Viyana’nın en çok turist çeken bu dönmedolabına işte ben en fazla bu kadar yaklaştım.
Eis Greissler Viyana’nın en iyi dondurmacısı imiş. Zaten önündeki kuyruktan da belli. O yüzden bir şehirde en meşhur yerleri bulmak o kadar da zor değil. Kalabalığı/kuyrukları takip etmek yeterli.

Son gün de ben hızımı alamamışım ve gider ayak 10 km kadar yürümüşüm.

~

3 günlük Viyana gezisi bol yürüyüşle geçti. Şehri tamamen yürüyerek dolaştık herhangi bir ulaşım aracı kullanmadık. 3 günde yaklaşık 50 km yol yürüdük ve neredeyse şehrin her yerine adım attık.

Keyifliydi orası ayrı.

Sonrasında Budapeşte’ye döndükten sonra 2 gün yattım, orası da ayrı.

Ve son olarak her zamanki gibi “Viyana’dan merhaba!

Murat Eray KORKMAZ

Yer içer, gezer tozar, okur yazar. Biriktirir. #kitapmeraki #saatmeraki #kalemmeraki.

5 Replies to “Adım adım Viyana

  1. Viyana budapeşte roma yapmayı düşünüyorum. Öok faydalı oldu. Özellikle tren bileti meselesi. Paylaşım için teşekkürler.

  2. Merhaba ben önce Viyana ya gideceğim viyanada 3 gün kalacağım ve trenle budapeşteye gideceğim . Bu seyahati tek başına gerçekleştireceğim. İngilizcem de süper degıl. Tren biletini önceden almak gereklimi ? Karışık mı açıkçası biraz çekiniyorum.

    1. Tren istasyonundan rahatlıkla alabilirsiniz. Yolculuktan 1 gün önce gardaki gişelerden biletlerinizi alabilirsiniz. Önceden almanıza -bence- gerek yok. Trenler genelde boş oluyor, yer sıkıntısı olmuyor. Şimdiden iyi eğlenceler, iyi tatiller. 🙂

  3. Merhaba uçağımız viyanaya akşam iniş yapıyor ve sabah viyanadan budapeşteye tren ile geçiş yapacağız. Sizce hangi bölgede konaklamalı ve viyanadan hangi tren istasyonundan budapesteye geçebiliriz? Hangisi bizim için daha kolay olur valizleri de düşünürsek? Çok teşekkürler

    1. Ben Viyana’daki Westbahnhof’tan trene binmiştim. Diğer istasyonlardan tren gidiyor mu bakmak lazım. Ama westbahnhof hem konum hem de ulaşım olarak gayet merkezi bir konumda burayı kullanabilirsiniz. Hem yakınında güzel bir hostel de (Wombat’s) mevcut konaklama düşünüyorsanız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir