Bir Adımda Brno

Kandırıldım!

Saftım. Anlatılanlara inandım, vaadedilenlere kandım, ortada kaldım.

~

Budapeşte’de yaşıyorum, 2-3 günlüğüne Viyana’ya da gittim. Bizim klasikleşmiş seyahat paketlerinin en popülerlerinden biri olan Viyana-Prag-Budapeşte üçlüsünün ikisini Bratislava bonusuyla beraber gezmiştim. Geriye bir Prag kalıyordu.

Hem iadei ziyaret yapayım, hem Çek Cumhuriyeti’ndeki Erasmus havasını yerinde göreyim hem de oradan bir koşu Prag’a gider dönerim diye fırsat yaratıp 3-4 günlüğüne Çek’in ikinci büyük kenti Brno’ya gittim; İnci ile Sezin‘in misafir oldum.

~

Yine seyahat ritüelimin bir parçası olarak son dakikada tren biletimi alıp trene binebildim. 9:25’te kalkacak tren için biletimi almak üzere koşarak 9:20 civarında bilet satış ofisine girdim. Gidiş-dönüş olsun, öğrenci olsun diyerek kartımı uzattığımda öğrenci bileti alamayacağımı söyledi. Aceleden soramadım bile sebebini. Gidiş-dönüş 4 günlük tren biletine 11700 Ft (39 Avro) sayıp biletimi aldığım gibi koşarak trene bindim. Bir gün yanlış trene bineceğim bu heyecanla ya hayırlısı.

15 günün ardından yeniden aynı trendeyim. Mayıs’ın ilk gününde Yunus’la Bratislava’ya gitmek üzere bindiğim tren. Trene binmeden önceki “Yetişebilecek miyim?” telaşı da, trenin bomboş halleri de aynı. Budapeşte’den hareket eden trenler hep boş oluyor. Kendime ıssız bir kompartıman bulup içine yerleştim. Az sonra da kahve servisi başlayınca keyfim tam yerine geldi.

Yaklaşık 4 saatlik yolculuğun ilk 2 saati Bratislava’ya kadar bildik bir manzara ile geçecekti. Bu arayı Dark Skies filmi ile geçiştirdim.

~

Filmin sonlarına doğru anonsu duydum: “Bratislava Tren İstasyonu’na yaklaşıyoruz, inecek yolcularımız lütfen hazırlansın.”ın Macarca’sı; muhtemelen. Kafamı ekrandan kaldırıp camdan dışarıya bakıyorum. İlk olarak Apollo Köprüsü göze çarpıyor. Gözümle Tuna Nehri boyunca devam ediyorum. İşte Nový Köprüsü de orada. Ne kadar da tanıdık geliyor her yer. Şunlar köprüler, şurası kale. Bak şu kule de kilise herhalde. Parkta işte tam şurada.

Ve sonra Bratislava Tren İstasyonu’nun o eski binası şehirle aramıza giriyor. Şimdi tek görünen şey, çantalarını yüklenmiş sırtçantalılar, birbirleriyle öpüşen sevgililer.

10 dakikalık molanın ardından yeniden hareket ediyoruz. Bundan sonrası, bilinmeyen. Uzun kapkaranlık bir köprüden geçiyoruz hemen istasyondan sonra. Ve bu andan sonra Brno’ya kadar yemyeşil ağaçların, çimenlerin arasından devam eden, zaman zaman nehirlerin üzerine kurulmuş devasa saf çelik köprülerden geçilerek süren 2 saatlik bir yolculuk yapıyorum.

Aklım Kúty’i geçtikten sonra ufak bir derenin kıyısına çadırını kurmuş, sandalyesinde bir başına güneşlenen amcada kalıyor. 2 saniye kadar gördüğüm o manzara beni 2 saat boyunca oyaladı. Her şey uzak; hiçliğin ortasında her şeye sahip.

~

Kendime gelmemi, 3. kez bilet kontrolü için gelen kondüktör sağlıyor. Tren üç ülke geçiyor. Macaristan’dan yola çıkıyor, Slovakya üzerinden Çek Cumhuriyeti’ne geliyor. Her sınır geçişinde, sınır istasyonlarında trenin makinist de dahil olmak üzere tüm personeli değişiyor. Macaristan-Slovakya geçişi için değişim Štúrovo’da oluyor. Çek Cumhuriyeti’ne ise Břeclav istasyonundan itibaren girmiş sayılıyoruz.

~

Şehir dışı yolculuklarım artık klasikleşmeye başladı. Budapeşte’nin üç büyük istasyonundan biri olan Keleti Tren İstasyonu’ndan trenime binip, ilgili şehrin istasyonunda iniyorum. Bu seferki varış durağım: Brno Hlavní Nádraží idi. Yaklaşık 4 saatlik yolculuğumuzun sona erdiğinin işaret işte bu tabela.

~

İstasyonda İnci beni karşılayacaktı, ben O’nu karşıladım. Dışarıda buluşacaktık; O içeri, ben dışarı; ben içeri O dışarı derken 15 dakika sonra buluşabildik. Yakınlarda bir şeyler atıştırdıktan sonra “E hadi şöyle bir yürüyelim bakalım ne var ne yok?” diye kısa bir şehir turu yaptık.

~

İlk durağımız şehrin tepesi sayılabilecek bir noktada, Petrov Tepesi’nde bulunan St. Peter ve Paul Katedrali oldu. Aynı zamanda bulunduğu tepeyle de anılıyor ve Petrov Katedrali olarak da adlandırılıyor.
Yaklaşık 85 metrelik yüksekliği artık normal geliyor. Benzer şekilde her şehirde kilise/katedral göre göre insan daha ne görse şaşırmıyor. İlk olarak Roma stilinde inşaa edilen katedral daha sonra gotik stilde yeniden yapılmış. Günümüzde ise neo-gotik olarak sınıflandırılıyor. Arada ne fark olduğu konusunda ise en ufak bir fikrim bile yok. İç kısmı da yine ne olduğu konusunda hiç bir fikrim olmayan Barok stilinde yapılmış.
Kilisenin hemen arkasında, bence, Brno’nun en güzel yerlerinden biri var: Denis Bahçeleri (Denisovy Sady). Petrov Tepesi’ne kurulmuş, Petrov Katedrali’nin arkasında yer alan bahçende Špilberk Kalesi’ni de görebiliyorsunuz.
Bahçenin diğer tarafında ise güzel bir Brno manzarası bizi bekliyor. Fıldır fıldır esen rüzgarda oturup şehri buradan seyretmek gerekiyormuş; biz de öyle yaptık.
Ve daha sonra sıra şehrin içinde neler var neler yok keşfetmek için merkeze inmeye geldi. Küçük ve büyük şehir farketmiyor. Hepsinde binaların belli bir estetiği mutlaka var.

~

Brno, Çek Cumhuriyeti’nin ikinci en büyük kenti. Aynı zaman Moravia bölgesinin en büyük kenti ve eski başkenti. Tüm bu büyüklüklere rağmen, şehir o kadar da büyük değil. Her yer birbirine çok yakın. Turizm Bürosu’nda alacağınız şehir haritası da aksini söylemiyor. Ufacık/incecik broşürde iki adet rota tavsiyesi bulunuyor. Kısa rota (3 km) yaklaşık 1 saat sürüyor. Eğer ki uzun rotayı (5 km) seçerseniz yaklaşık 2 saat ayırmanız gerekiyor şehirdeki her yeri görebilmeniz için; müze gezileri de dahil!

Şehrin merkezi Özgürlük Meydanı olarak adlandırılan Náměstí Svobody. Neredeyse tüm yollar buraya çıkıyor ve şehirde görülebilecek bir çok yere buraya 10-15 dakikalık mesafede. Meydanın en dikkat çekici tarafı detaylarını şurada yazdığım 2010 yılında yapılan ve meydanın ortasına dikilen mermi görünümlü saat. Evet o şey, bir saat!
Meydanın diğer ucunda ise ilgiye muhtaç bir heykel var.
Özgürlük Meydanı’na 2 dakikalık mesafede ise 13. yy’da yapılmış, kentin ikinci önemli kilisesi sayılabilecek St. James Kilisesi (Jakubské Náměstí) bulunuyor.
Burası da kentin ikinci büyük/önemli meydanı: Moravian Meydanı. St. James Kilisesi’de özgürlük Meydanı ile Moravian Meydanı arasında kalıyor.

Teorik olarak kısa bir gezinti oldu. Hani tabir-i caizse şöyle bir göz attık şehre; yani ben öyle sanıyordum. Yurtta bulduğum şehir haritasına baktığımda ve kendi aldığım notları kontrol ettiğimde Brno’da gezilecek yerlerin neredeyse tamamını dolaşmıştık!

Brno’da kızlarla birlikte kalacaktım. Budapeşte’ye geldiklerinde Furkan da demişti Brno’ya geldiğinde bizde kalırsın, yer var diye. Garipsemiştim. Hani bizde yurt kavram malum. Kızlar/erkekler ayrı; o kısmına zaten değinmiyorum bile. Onun haricinde –özel yurtlar da dahil– dışarıdan birileri öyle elini kolunu sallayarak yurda gelip giremez. Burada ise ne olduğu belli değil. Yurt zaten karışık yurt. Öğrenci kız geldi, erkek geldi gibi bir ayrım yok. Aynı şekilde bu yurtta kalıyor, öteki dışarıdan geldi, girişte kart basın gibi de bir problem yok. Bizde gayet elimizi kolumuzu sallayarak yurda girdik. 3 gün kaldım, kimse kovalamadı.

VUT’un yurtlarına ulaşabilmek için tramvayla yaklaşık 15-20 dakikalık bir yolculuk yapmak gerekiyor. Brno’nun dışında, şehrin bitip ormanın başladığı bir yerde. Avrupa gelmişler ama hala köyde yaşıyorlarmış gibi bir hava var.
Gerçi ne kadar zaman sonra yol seviyesinden yüksekte gözümü açtım, camdan dışarıya baktığımda manzara falan görebildim çok şükür.

~

İkinci gün benim için ilklerle ve sürprizlerle başlamıştı.

Türkiye’den ayrılalı neredeyse 4 ay oluyordu. İnsan ister istemez bir şeyleri özlüyor da özlediğini anlamıyor. Ta ki bulana kadar. Mesela ilk akşam Sezin’in türk kahvesi beni benden aldı. Her ne kadar fincanla değil de kupayla servis etmiş olsa da bulmuşken bir solukta içtim. Sonra sabaha kadar uyumadım orası ayrı.

İkinci günün ilkleri: Sucuk ve siyah zeytin. 4 ayın üzerine ilk kez yeme fırsatım oldu. Ayrıca gün içinde yediğimiz domates ve tabii ki akşam kahveyle tükettiğimiz Eti Negro da ilklerdendi. Hele ki Negro’yu ne özlemişim yahu?!

~

Normalde planlarımız arasında Prag’a günübirlik gidip gelmek de vardı. Fakat Avrupa işte. Uzaktan göründüğü gibi değil. Hanımkızlarımızın gecesi gündüzlerine karışmış. Hanfendiler sabaha karşı 4-5’te yatınca ertesi gün haliyle 3’ten önce uyanamıyorlar. Tabii bunda akşamdan kuparlarda içilen Türk Kahvesi’nin de etkisi büyüktü. Ve tabii ki hava durumu daha da büyük bir etkendi. Sanki beni bekliyormuş gibi ilk gün haricinde gün yüzü göremedik. Gökgürültüsü, şimşek ve yağmur. Hiç eksik olmadılar, yokluklarını hissettirmediler.

O yüzden genel olarak yurtta kaldık. Benim açımdan bu çok daha güzel bir deneyim oldu. Zira bu sayede yepyeni bir lezzet keşfettim: patates kızartması. Hayır hayır. Patates kızartması yemiştim, ama böylesini değil. Sezin’in tavsiyesi ile patates kızartmasına limon sıkarak yedik. Tek kelimeyle ifade ediyorum: Enfes oldu! Bilmiyorum belki yapan vardır. Ben hiç görmedim, duymadım daha önce. Ama çok hoş bir aroması/tadı oluyor. Hele ki hafif ekşi bir limonla patatesin tadı karıştı mı! Üstelik o yağın ağırlığını da ortadan kaldırdığından hani otur bir kazan ye; o derece!

~

Prag iptal olunca, son gün şehirle olan son hesabımızı kapatmak üzere erkenden yurttan ayrıldık. Şehir merkezine inip biraz dolanacak sonra da Villa Tugendhat’a uğrayacaktık. Oradan da evli evine, köylü köyün.

Student Agency, Çek Cumhuriyeti merkezli bir otobüs firması ve özellikle öğrenciler/gençler tarafından şehirlerarası ulaşımlarda ekonomik fiyatları sebebiyle yoğun olarak tercih ediliyor. Özgürlük Meydanı’ndaki binaları da pek güzeldi.
Kolonlar çeker binanın yükünü!
Şehir merkezine en uzak yer burasıydı. Tramvay ile 10 dakikalık mesafedeki Villa Tugendhat. 1929-1930 yılları arasında yapılan bu villa aynı zaman Dünya Kültür Mirasları listesinde de yer alıyor.
Mimar Ludwig Mies van der Rohe tarafından tasarlanmış bina, tamamen çelik konstrüksiyon yapısı sayesinde o dönem için yeni/çarpıcı bir konsept oluşturmuş. Mimar arkadaşlar daha güzel anlatır.
Normalde içeriye giriş için önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş. Tabi biz böyle elleri kolları sallayarak gelip “Evi gezeceğiduk.” diyince “Hadi siz çıkın bi bahçede oynayın.” dediler. Belli saatlerde özel rehberli turlar dışında içeriyi gezebilmek mümkün değilmiş. Biz de sadece bahçe turu için biletleri alıp dolaştık. Kapıda kalmış kedi yavrusu gibi de camlardan bir şeyler görmeye çalıştık.
Ama bahçe de çok güzeldi! Valla bak! Üstelik temiz hava aldık. Öyle içeriye tıkılıp kalmadık; mis gibi 🙂
Villa gezimizden sonra soluğu hemen villanın yakınında bulunan ve şehrin en büyük/önemli parklarından biri olan Lužánky’de aldık. Bizden önce gelen gençler sistemlerini kurmuşlar, eğleniyorlardı, ipte cambazlık yapıyorlardı. Buyurun videosu hemen aşağıda.

Parkın diğer ucunda bulduğumuz bir parkta oturup soluklandık. Burası da bizden önce kapılmıştı bu küçük afacanlar tarafından.
Budapeşte’ye geldiğimden beri hiç aldığım bir şey beklediğim gibi çıkmamıştır. Bu talihim Brno’da da devam etti. Vitrinde pek güzel duran şu tatlı tam bir hayal kırıklığı oldu. Ben taze meyve parçacıkları falandır diye umut ettim ama alt ve üstte meyveli jöle ortada kremadan ibaret ne olduğu belli olmayan bir şey çıktı.
Ve tekrar şehir merkezindeyiz. Bu sefer atıştırmalık bir şeyler alacağımız Česká’ya geldik. Burası aynı zamanda bir çok tramvayın da kesişim noktası. Brno’da bir çok yere bu noktadan ulaşabilmek mümkün.
Ve sonunda güzel, lezzetli bir şey. Gerçi kızdım niye bu kadar geç tanıştırdınız beni bunla diye ama napalım; tadında bırakmak lazım. Yerel adı Smažený Sýr. Bir çeşit peynir eritmesi. İri parça peynir güzelce kızartılıyor ve marulla ekmek arasında servis ediliyor. Pek lezzetli/doyurucu.
Fornetti de Brno’nun bir diğer yenilesi şeyi. Bunu da kısmet milyöfle yapılmış poğaçalara benzetebiliriz. Çayla birlikte löp löp gidiyordu valla.
Radnická sokağında yer alan eski tarihi kent merkezi. Ayrıca ufak bir turizm bürosu da mevcut. Brno’yla ilgili hediyelik eşya almak isterseniz buraya bir göz atın. Meydandaki saatten eğer bir bilye kapamadıysanız, burada daha güzelleri satılıyor.
Binanın içerisinde Brno’nun iki simgesi: Dragon ve Tahta Tekerlek modelleri vardı. Neden o iki şey simgeydi o konuda da hiç bir fikrim yok.
Brno’nun simgelerinden biri Dragon ve sihirli küresi.
Eski kent merkezinin hemen yanında, Zelny Meydanı’ndan kurulmuş pazar. Gerçek bir pazar görmeyeli de çok olmuştu.
Zelny Meydanı’nın ortasını süsleyen üzerinde dragon motifleri bulunan bir heykel.
Moravské Zemské Muzeum da şehrin en büyük müzelerinden biri. Müze aynı zamanda Çek Cumhuriyeti’nin de en büyük ikinci en büyük ve en eski müzesi.
İçine şöyle bir göz atıp çıktık. Tavan süslemeleri pek hoştu.
Capuchin Manastırı
Petrov Katedrali hemen iki adım ötede. Tüm gezilesi yerler dediğim gibi birbirine çok yakın.
Ve dönüş vakti. Burası İstanbul’un İstiklal’i neyse, Brno için de aynı anlama gelen Masarvkova Caddesi. Cadde, şehrin alışveriş caddesi. Tam ortasından da tramvay geçiyor. İlk geldiğimde hadi buradan gidelim demiştim. İnci’den “Ya oradan bin kez geçeceğiz zaten.” cevabını almıştım. Bugün, 4. günümde, dönüş için tren istasyonuna giderken, bu caddeden ilk kez geçiyorduk.
Brno’nun 1839’da hizmete girmiş olan ve günümüzde halen vızır vızır çalışan tren istasyonu. Üstelik istasyon yeterli de gelmiyormuş ve ilerleyen yıllarda büyütülme planları da yapılıyormuş.

~

Dikkatimi çekti artık yazılarımı benzer fotoğrafla başlıyor ve benzer fotoğrafla bitiyor.

Her şey elimize tutuşturulan bir tren bileti ile başlıyor.
Ve son olarak selam göndererek bitiyor: “Brno’dan Merhaba!

Murat Eray KORKMAZ

Yer içer, gezer tozar, okur yazar. Biriktirir. #kitapmeraki #saatmeraki #kalemmeraki.

3 Replies to “Bir Adımda Brno

  1. Aylardır Erasmus hayatı sürdürdüğüm Brno’ya resimlerin ve sohbet tadındaki yazınla ayrı bir gözle bakma fırsatı sunmuşsun. Bu arada senin 3-4 güne sığdırdığın Brno maceran “Nasılsa uzun süre daha burdayım” diyerek gitmeyi ertelediğim yerleri de içeriyor. Yazın sayesinde onları da bir an önce görmem gerektiğini bir kez daha hatırlamış oldum. Bu arada verdiğin görev hala aklımda, erken kalkmayı başardığım gün bilyeyi alacağız 🙂 Belki onun resmini de yazına eklersin. Yeni seyahatlerini ve tabiki yazılarını merakla bekliyoruz…

    1. Ben sizin yerinizde olsaydım Furkan, boşaltmıştım şimdiye kadar o saatin içini 🙂 Hele ki bilyenin tanesi Turizm Ofisi’nde 30 TL’ye satılıyorken. Perşembe-Cuma günü Brno’da olacağım; ya sizle ya sizsiz o bilyeler benim olacak! Ayrıca hala bir Teknoloji Müzesi gezisi var yapılacak, Špilberk Kalesi var gezilecek. Tabii bir parti kadar eğlenceli olmaz ama yine de beklerim.

  2. Selam arkadaslar brno ya gelecek arkadaslar turk kebap i yemek isteyenler mekanimiz.olan best kebap a gelebilirler adres best kebap veveri 36

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir