Küçük Büyük Şehir: Bratislava

 

Slovakya için büyük, bizler için küçük bir şehir Bratislava. Zaten kendileri de reklamlarını bu şekilde yapmıyorlar mı? “Little Big City: Bratislava

Biz de buradan aldığımız güç ve gidenlerin verdiği “Yahu orası ufacık bir yer, hemencecik gezilir.” gazıyla şehri yürüyerek gezdik.

Rotamızda işte tam olarak şu şekildeydi:

~

Biri çıkıp sorsa derim ki:

  • Tren yolculuklarını çok severim.
  • Peki en son ne zaman trene bindin?
  • Hmmm. Sanırım 9 yıl önceydi. Ankara’dan İstanbul’a gitmiş, tam hatırlamıyorum ama bir veya iki gün sonra geri dönmüştüm.
  • Peki nasıl geçti yolculuğun?
  • Rezalet!
  • Yola çıkmadan önce hasta mıydım hatırlamıyorum ama Ankara’ya döndüğümde feci şekilde hasta olmuştum. Ve 2 gün kafamda vagonların raylar üzerinde kayarken çıkardığı o -taka tak, taka tak, taka tak!- sesleri yankılanıp durdu. Uykumda sallandığımı hissediyordum.

~

Yolculuğun kendisi o kadar iyi geçmemiş olsa da tren yolculukları hep bir noktadan bir noktaya gitmenin en keyifli hali gibi gelmiştir. Doğru uçaklar hızlıdır; ama çok da keyifli olduğu söylenemez. Otobüs dardır, bir andan sonra insanları boğar, yerinizden kıpırdayamazsınız. Ama trenler öyle değil. Bir kere geniş ve havadar. Dilediğiniz zaman kalkıp treni bir uçtan bir uca yürüyerek gezebilirsiniz. Canınız sıkıldığında herhangi bir kompartımana girip birileriyle sohbet edebilirsiniz. Geçtikleri yerler nispeten el değmemiş sakin yerlerdir. Etraftan geçen arabaları değil güzel manzaraları seyredebilirsiniz.

Bu yüzden, Budapeşte’deyken gidebileceğim yerlere tren ile gitmeyi adet haline getirmeye çalışıyorum. Esztergom’a gitmek için tren kullanmak istemiştim; ancak tren servislerinin durdurulduğunu öğrendiğimde –ki sebebini otobüsle giderken raylarda yapılan bakımı görünce anladım– çok üzülmüştüm.

~

Ve şimdi 1 hafta sonra, daha önce kapısından döndüğüm Keleti Tren İstasyonu’nda trene binmek üzere hazır bir halde bekliyordum.

Şu an TCDD’de son durum nasıl bilmiyorum. Üzerinden neredeyse 10 yıl geçmiş, konfor eminim ki artmıştır. Bratislava’ya gitmek üzere bindiğim EuroLines’ın trenleri gerçekten muazzamdı. Dört tip vagon vardı. En öndeki iki vagon birinci sınıf yolculara içindi. Sonrasında ise yemek vagonu vardı. Dilerseniz gidip bir şeyler yiyebiliyordunuz. Devamındaki vagonlar ise ikinci sınıf bilete sahip yolculara ayrılmıştı. Bu vagonlar da kendi içinde kompartımanlı ve normal koltuklu (özel bir adı var mı bilmiyorum) olarak ayrılmıştı. Kompartımanlı vagonlar altışarlı, kapalı odalar şeklinde bölünmüştü. Diğerleri ise açık, otobüs koltuklarına benzer bir yerleşimi vardı.

Tüm yol boyunca en ufak bir ray sesi duymadım. Hani derler ya kaymak gibi yol diye. Hah işte raylar da aynen böyleydi. Tren gitmiyor, usulca kayıyordu.

Bizim trenimiz Münih’e kadar gidiyordu; toplam 10 saat civarında bir yolu vardı. Biz 2 saat 35 dakika mesafedeki Bratislava’da inecektik. En azından bu süreyi en verimli/keyifli şekilde kullanalım diye hemen kendimize boş bir kompartıman bulduk ve içine yerleştik.
“No Nazis!” , “No EU!”. Budapeşte’de bir çok yerde bu duvar yazılarını görebilmek mümkün.
İşte bahsettiğim tren güzellikleri. Enfes manzarayı koltuğunuzdan kafanızı cama dayarak veya koridor tarafından göz ucuyla seyretmek zorunda değilsiniz. Pekala kalkıp camı açarak/camdan tadını çıkarabilirsiniz.
Biraz önce servis edilen kahvemizi de alıyoruz. Geriye, akıp giden manzarayı uzanarak seyretmesi kalıyor.

IMG 9328

Avrupa’daki saatler bizdeki gibi “Ne çıkarsa bahtına.” şeklinde işlemiyor elbette. Tren tam söylenen saatte, 12:10’da Bratislava’nın merkez tren garına “Bratislava Hlavná Stanica‎“‘ya giriyor.
Slovakya’ya hoş geldik!

~

Bundan sonrası doğaçlama gelişti. Zira Bratislava’ya gelmemiz de biraz doğaçlama oldu.

Mayıs’ın ilk haftası Trabzon’dan Yunus Emre geldi, okul için. Niyetimiz sadece Viyana’ya gitmekti; oradan da O, Trabzon’a dönecekti. 1 Mayıs tatilini fırsat bilip günübirlik Bratislava’ya gitmeye karar verdik. Aslında karar da net değildi. Sabah gidelim, e hadi madem diyerek Keleti Tren İstasyonu’na gittik. Bileti alıp trene bindik. Tren biz bindikten 2 dakika sonra hareket etti. İşte bu kadar netti planımız.

Bratislava’ya inince elimize bir harita aldık ve neresi neresidir, aman mutlaka şuraya da gidelim demeden yürüyerek şehri dolanmaya karar verdik.

~

“Eski Kasaba”nın hemen girişinde yer alan, ilk ulaştığımız meydan: Hurbanova nám. Fotoğraftan da görülebileceği üzere etrafta in-cin top oynuyor.
Bu mudur yani Bratislava? Herhalde tatil ya ondandır diye avutuyorduk kendimizi. Zira benzer şekilde ara caddelerde de pek kimseler yoktu. Meğer burası bizi asıl ana meydana götüren Laurinská Caddesi’ymiş.
Ve sonra merkez diyebileceğimiz, insanların yoğun bir şekilde bulunduğu meydanlardan birine ulaştık: Hviezdoslavovo nám. Arkada görünen bina Slovak Ulusal Tiyatrosu: Slovenské Národné Divadlo (SDP). Öndeki hanım kızlarımız ise tarih kitaplarından yeni fırlamışlar.
Şehrin göbeği bir ucu Slovak Ulusal Tiyatrosu’na çıkan, diğer ucu meşhur Nový Most‘a çıkan, içinde parkları olan bu cadde/alan.
Hava Budapeşte’ye göre daha serindi, daha az nemliydi. Yine de tepedeki güneşin etkisini azaltmak için cadde üzerindeki ilk dondurmacıya girdik. Malum bir yerin önünde kuyruk varsa orası bir şekilde meşhur demektir.

Bu dondurmacının ilginç bir özelliği daha vardı. İlk önce İngilizce anlaştık dondurmacı amca ile. Daha doğrusu o Slovakça biz “ııh ııhh” şeklinde işaret diliyle. Daha sonra parayı öderken eksik çıkınca kendi aramızda Türkçe konuştuğumuzu duyan amca dile gelerek “Türkçe biliyor musunuz? Türk müsünüz?” diye sordu gayet düzgün İstanbul Türkçe’siyle. Kendisi Makendonya’lıymış aslen.

Hep diyorum; her yerdeyiz!

Dondurma ne kadar güzel olursa olsun, açgözlülük yapmamak gerekiyormuş. Zira 3 top koyduğum dondurmanın bir bölümünü ben bir bölümünü arnavut kaldırımları yedi. Müthiş hızla eriyor dondurma, yetişemiyorsunuz.
Ortasından Tuna Nehri geçen Bratislava ile Petržalka’yı birbirine bağlayan 3 köprünün ilki Nový Most. Dilerseniz ortadaki kulenin en üst katına çıkıp manzarayı oradan seyredebilmeniz mümkün.

Nový Most, Dünya’nın En Yüksek Kuleleri listesinin 95 metrelik yüksekliği ile 32. sıradaki üyesi. 1967 yılında yapılan köprü/kule 1972 yılında açılmış. En üstte Ufo.Watch.Taste.Groove isimli bir restoran da var. Burada nefis manzara eşliğinde yemeğinizi yiyebilirsiniz. Dilerseniz sadece etrafı seyredebilmek için de kuleye çıkabiliyorsunuz. Kuleye çıkmak için asansörü kullanabileceğiniz gibi 430 basamaklı merdivenleri de deneyimleyebilirsiniz; ayaklar sizin sonuçta.

Dünya’nın 32. en yüksek kulesini bünyesinde barındırıyor köprü.
Şehir içinde ulaşım etrafta vızır vızır gezen tramvaylarla sağlanabiliyor. Her yere ulaşabiliyorsunuz. Yürüyerek tüm şehri dolaşabilmek elbette ki mümkün. Zira o kadar da büyük değil. Yine de tramvay vb. araçları kullanmak isterseniz en akıllıca yol bir adet Bratislava City Card edinmek. Günlük 10 avro vererek hem toplu taşıma araçlarından ücretsiz yararlanabilirsiniz hem de belli başlı yerlerde indirim olanağı sağlarsınız. Daha keyifili gezi için Authentic Slovakia adresini ve hizmetlerini kontrol edin mutlaka. 70’lerden kalma eski Škoda 110 R ile şehir gezisi kulağa çok hoş geliyor.
Slovak gençler, moda konusunda oldukça yaratıcı. T-shirt enfes olmuş.
Bu da bir diğer enfes hizmet. Tuna’ya nazır banklara sahip parkın tamamında ücretsiz kablosuz internet hizmeti mevcut. Ha diyebilirsiniz ki yahu biz buraya gezmeye geldik interneti napalım? E siz de haklısınız tabi. Ama yine de faydalı bir proje/hizmet olmuş. Şu kablosuz internet olayını bir biz yaygınlaştıramadık.
Bu da iki numaralı köprü. En az kardeşleri kadar meşhur Starý Most. Evet anlayabileceğiniz üzere “Most” Slovakça’da köprü anlamına geliyor. Starý Most, Bratislava’nın en eski köprüsü (1825 yılında yapılmış) ve Bratislava ile Petržalka’yı birbirine bağlayan köprülerden biri. 460 metre uzunluğundaki köprü 2010 yılında araç trafiğine kapatılmış.
Ve en son/en yeni/en afilli köprü Most Apollo. 2005 yılında hizmete açılmış, görüntü itibariyle pek janjanlı duruyor.
İşte Bratislava’ya gidince asıl yapılması gereken şey: “Tüm koşturmacayı bir kenara bırakacak, içeceğinizi/yiyeceğinizi alıp Tuna kıyılarındaki bu yeşilliklere kendinizi atacaksınız.”
1. Dünya Savaşı’nda görev aldıktan sonra 1919 yılında ülkesine geri dönerken, iniş esnasında düşen uçağında ölen Milan Rastislav Štefánik anısına dikilmiş bir heykel. Heykeli görünce aklıma direkt olarak Vecihi (seyretmeden geçmeyin!) geldi vallahi.

IMG 9429

Şans eseri bir de eski araba şenliği gibi bir şeye denk geldik. Hem Tuna kenarındaki bu alan hem de kale pırıl pırıl eski/nostaljik arabalarla doluydu.
1989 yılında bir grup insan Slovakya’da, ülkedeki şiddete karşı özgürlük ve demokrasiyi tekrardan geri getirmek üzere halk hareketini bu binada yapılan görüşmelerle başlatmışlar.
Comenius Üniversitesi
Şehir küçük olunca şehri gezdiren araçların da büyük olması beklenemez elbette. Alışveriş merkezlerinde çocukları gezdiren araçlar misali şehrin etrafında buna benzer gezi araçları mevcut.
Aradığımız insan kalabalığını sonunda bulduk: Laurinská ile Panská’nın tam kesişimindelermiş.
Aralarına karışınca da kalabalığın sebebini anlıyorsunuz. Bir grup, bu uçan amcayı seyrediyordu. Bir grup ise aslında havada durmadığını, orada tel olduğunu falan anlatıyordu birbirine!
Diğer bir grup ise kanalizasyondan kafasını çıkarmış bu amca –Cumil (The Watcher)– ile fotoğraf çektirebilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı.
Yerlerde sürünerek kendini heba eden Cumil’i biraz geçtikten sonra sizi şapkasıyla selamlayan Schöner Náci (Beautiful Ignác / Ignác Lamár) ile karşılaşıyorsunuz. Efsaneye göre kendisi karşılıksız aşktan dolayı delirmiş ve 40 yıl boyunca şık giyinimli bir halde Bratislava sokaklarında dolaşmış.
Burası da turistlerin bir diğer uğrak noktası: Hlavné nám.
Teyzelerin etrafını sardığı bronzdan yapılmış amca Bratislava’nın meşhur heykellerinden bir diğeri: Napolyon’a benzeyen Fransız Asker Heykeli. Bu arada bu grup da benim favori grubum. Yaklaşık 10 dakika kadar kalkmalarını ve heykelin fotoğrafını çekmeyi bekledim. Ama farklı varyasyonlarla bir rahat bırakmadılar adamı. En son teyzenin biri gelin hadi siz de diyince baktık heykeli çekemeyeceğiz bari biz çekilelim diye aralarına karışıp hep birlikte fotoğraf çektirdik.
Pencere süslemeleri gayet başarılı.
Keza mağaza süslemeleri de aynı şekilde başarılı.
Burası, sonunda –fotoğrafta da görünenSt. Michael Kapısı‘na ulaşılan, sağlı sollu bir çok geleneksel yemek ve hediyelik eşya mağazası bulunan Michalská Caddesi.
Slovak hanımkızlarımızı gün boyunca takdirle seyrettik.
Ve son durağımız, şehri tepeden gören günümüz modern mimarisiyle inşaa edilmiş ve hala edilmeye devam eden Bratislava Kalesi. Bu konuda Bratislavalılar da bizlere benziyor. Restorasyon adı altında tüm kaleyi baştan aşağıya tuğlalarla yeniden yapmışlar; yazık. Orijinali kesinlikle daha güzel duruyormuş.
Bu da kalenin seyrine doyum olmayan manzarası.
Üç kardeş köprü, Tuna’nın ayırdığı Bratislava ile Petržalka’yı birbirine bağlıyor.
Kalenin aile bölümü. Damsız almıyorlar 🙂 Zaten böyle güzel bir manzarada insan bir başına ne yapacak ki?
Böyle parlak yüzeyler görüp de fotoğraf çekmeden oradan uzaklaşabilen birileri kaldı mı ki?
Bahsi geçen klasik arabaların en ilginçlerinden biri. Köpekbalığı yüzgecine benzer motor kapağına bayıldım. Modeli, adı sanı nedir bir fikrim yok. Varsa fikri olan cevabını merakla beklemekteyim.
Yine yemyeşil bir park yine etrafta tadını çıkaran insanlar. Bu park kültürü, yeşil alan kültürü bir bizde yok bir de Romalılarda herhalde.
Dedelerin günlük hayatın stresinden uzaklaşabilmek için buldukları gayet başarılı bir çözüm: “Kamufle ol, ortamla bütünleş.”
Ve son olarak “Bratislava’dan Merhaba!

Murat Eray KORKMAZ

Yer içer, gezer tozar, okur yazar. Biriktirir. #kitapmeraki #saatmeraki #kalemmeraki.

3 Replies to “Küçük Büyük Şehir: Bratislava

  1. Geri bildirim: Bir Adımda Brno
  2. Harika paylaşımların için teşekkürler.hiç aklımızda yokken şuan viyana prag budapeşte planı yapıyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir